Bu tarz sorulardan nesnel ve evrensel geçerliliği olan cevaplar beklemek doğru değil. Hayattaki her şey gibi bu soruların cevabı da öznel ve göreceli. Tarih boyunca pek çok filozof kendince hayata, evrene bir anlam atfetmiştir. Epiküre göre hayatın yegane amacı mutlu olmak iken, nasıl mutlu olunacağını, mutluluğun ne olduğunu söylememiş. Sokratese göre sürekli yeni şeyler öğrenmek iken, bilginin bir yerden sonra insanı yalnızlaştırdığını ve mutsuz ettiğini unutmuş. Machiavelli ise daha farklı düşünüyor, hayatın hayallere ve isteklerine ulaşmaktan ibaret olduğunu söylüyor. Ulaştıktan sonra gelen o boşluk hissine cevabı yok tabii. Platon daha naif, hayatın anlamının iyi insan olmakta olduğunu söylüyor. Yine en çok iyilerin kırıldığını, en çok iyilerin yara aldığını ve hor görüldüğünü unutmuş gibi birileri. Bunlar hep öznel, göreceli anlam arayışları. Önemli olan bizim ne düşündüğümüz. Çünkü anlamsız ve karmaşık varoluşumuza yalnızca biz anlam yükleyebilir, yalnızca biz kendi gerçekliğimizi yaratabiliriz. Hayatta ne bulduğumuz, bizi nelerin heyecanlandırdığı, nelerin yaşadığımızı hissetirdiği. Sanırsam hayatın anlamını bulmanın en kolay yolu şu soruları sormak: Neyi yapmadığında eksik hissediyorsun? Ne sana yaşadığını hissettiriyor, neyi yaparken zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsun? Yarın ölecek olsan, son gününü nasıl geçirirdin? Hiç umut yokmuş gibi göründüğünde bile seni hayatta tutan, sana umut veren, yaşamaya devam etmeni sağlayan şey ne? Bu soruya verdiğin cevap senin tutkunu ortaya çıkartacaktır. Tutkuyu bulduğumuzda yapmamız gereken basit; hayatımızı tutkumuza adamak, kendi yarattığımız küçük dünyada mutlu olmak ve mutluluk peşinde koşmak.
kaç yıllık konuyu nereden buldun da hortlattın. bir de boş yapmışsın epikür mepikür diye