Bitcoin Forum
September 19, 2024, 06:15:56 PM *
News: Latest Bitcoin Core release: 27.1 [Torrent]
 
  Home Help Search Login Register More  
  Show Posts
Pages: [1] 2 3 4 »
1  Local / Konu Dışı / Ekranda morarma sorunu ( Yardım ve Çözüm Önerisi) on: February 29, 2020, 07:32:24 AM
Arkadaşlar merhaba. Ekranda herhangi bir dosyaya sağ klik yapınca ufak morarmalar oluyor.Örnek resim aşağıda paylaştım.Bunun sebebi ve çözümü nedir acaba?  Yardımcı olursanırs sevinirim.İyi forumlar.

2  Local / Ekonomi / Tekila Krizi (1994) on: July 07, 2019, 06:04:04 AM
Tekila Krizi  (1994)

Ekonomik kriz kısaca, ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarması durumudur.
Geçmişte yaşanan belli başlı önemli finansal krizler için:

1636 Lale Balonu (Hollanda)
1720 South Sea Balonu (İngiltere)
1720 Mississippi Balonu (Fransa)

1927-1929 Hisse Senedi Fiyatları Balonu (ABD'de patlak verdi bütün dünyaya yayıldı. bkz:Kara Cuma,29 Buhranı)
1985-89 Japonya Emlak ve Hisse Senedi Balonu
1985-89 Finlandiya, Norveç ve İsveç’teki Emlak ve Hisse Senedi Balonu
1992-1997 Asya Ülkeleri Emlak ve Hisse Senedi Balonu
1990-1999 Meksika’daki Yabancı Yatırımların Aşırı Artışı (Tekila Krizi)
1995-2000 ABD’deki Tezgâh Üstü Piyasalar Hisse Senetleri Balonu
2000-2008 ABD'deki Mortgage Krizi (Malum emlak krizi küresel finansal krize dönüşmüştü. Bkz: Mortgage/Subprime Crisis)
2011 Yunanistan Hükümeti Devlet Borçları Krizi (Sonradan domino etkisiyle diğer Avrupa ülkelerine de sıçradı. Bkz:Eurocrisis)[/i]


Bu yazımızda yine elimiz,dilimiz döndüğünce Meksi’da yaşanan ve adına “Tekila Krizi” denen krizden bahsederken, özellikle ekonomi literatüründe önemli yeri ve konuyla yakından alakası olan Crowding Out(Dışlama Etkisi), Dutch Disease (Hollanda Hastalığı) ve Cari Açık gibi kavramlara da kısaca değineceğiz. Tabi literatüre geçmiş bu önemli krizin öncesinde yaşananlara bakmak ayrıca çok önemli. Çünkü çoğu zaman olduğu ve de Çernobil felaketinde de yaşandığı gibi aslında felaketler,krizler adına ne derseniz deyin aniden, bir anda meydana gelmez.Önce geliyorum der ve gelmeden önce de çok önemli sinyaller verir.

Bu noktada Ekonomik  Krizler bir bakıma bir döngüden ibarettir de diyebiliriz:


Kriz geliyorum der!

Bu noktada öncelikle 1994 yılında yaşanan kriz öncesi duruma bir bakacak olursak, Meksika’da 1976 yılında yapılan seçimin sonucunu, 1970’lerdeki Petrol Krizinin derinleştirdiği ekonomik kriz belirlemişti diyebiliriz. Ülkenin krize yürüdüğü dönemde başkan olan Alvarez, bu seçimlerde siyasete veda etti ve iktidara Lopez Portillo geldi. Tam manasıyla ekonomik bir enkaz devralan Portillo’nun işi hiç de kolay değildi. Fakat beklenmedik bir şey oldu. Meksika’nın Veracruz, Baja, California Norte, Chiapas ve Tabasco bölgelerinde çok büyük “petrol rezervleri” keşfedildi.

(Bkz: 1973 Petrol Krizleri/Şokları : Konuyla ilgili “Crude Impact” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.)
(Bkz: https://www.wikizero.com/tr/1973_Petrol_Krizi)

Meksika’da o güne kadar yılda 190 milyon varil petrol üretilirken, bulunan rezervlerinin 11 milyar varil olduğu açıklandı. 1983’e gelindiğinde ise rezervlerin 72.5 milyar varil olduğu ortaya çıkmıştı.Petrolün bulunması sonrasında, uluslararası finans piyasalarının gözü -bilakis dünyada genelinde yaşanan 1970’deki Petrol Şoklarından sonra- yeniden Meksika’ya çevrilmişti. Daha önce arkalarına bakmadan kaçan yabancılar şimdi Portillo ile görüşme yapabilmek için günlerce sıra bekliyorlardı. Nasıl olsa yağmalanacak büyük bir maden bulmuşlardı.
(Bkz:Petrol = Black Gold)

Not: Batılı yatırımcılar piyasalarda bu tarz yakıştırmalar kullanmayı severler.Örneğin dolara Benjamin, sterline kraliçe gibi deyimler kullanırlar. Petrole black gold yani “siyah altın” demeleri gibi. Özellikle son zamanlarda kimi köşe yazıları ve makalelerde bildiğimiz suya “blue gold” yakıştırması da yapılmaktadır.

1977’den itibaren petrol gelirleri hızla artmaya başladı. İktidara geldiği gün, özel sektöre büyük vaatlerde bulunan ve mali disiplini sağlayacağını söyleyen Portillo, bu sözlerini unuttu. Para harcarken kendinden önceki dönemdeki yönetimden farklı değildi. Borçlar hızla artmaya başladı. Sadece 12.6 milyar dolar borç, petrol üretim tesislerinin kurulması için gelmişti ve bu para Meksika’nın toplam borcunun neredeyse yarısına yakındı. Artan petrol gelirlerinden daha hızlı bir kamu harcaması başladı. Bütçe açığı 1976’da milli gelirin %10’u iken 1982’de %17’sine yükseldi.Bu gidişattan ilk başta herkes memnundu. Ülkeye akan petrol gelirleri özel sektöre de hovardaca dağıtılıyor, ihalelerle firmalara peşkeş çekercesine yol,ev,hastane,köprü yaptırılıyordu. Bundan memnun olan grupların hepsi, harcamaları kısıcı, yapısal reform adı altındaki önlemlere karşı çıkıyordu.

Fakat 1980’lerin başına gelindiğinde petrol fiyatlarının hızla düşmeye başlaması ve kamu gelirlerinin hızla azalmasıyla birlikte işler tersine döndü. O ana kadar yüksek sübvansiyonlarla desteklenen ve hükümetle arası çok iyi olan özel sektör, azalan gelirlerden pay almak için hükümete karşı bir tavır aldı. Aslında iktisat literatüründe “Hollanda Hastalığı” diye geçen bir hastalığa yakalanmıştı Meksika.


Dutch Disease/Hollanda Hastalığı

Not 2: Bu duruma örnek, Kuzey Denizi’nde petrol bulunduktan sonra İngilizler hem tekstil, hem de ayakkabı sanayilerini İtalya ve İspanya’ya kaptırmışlarıdır. Tabi ki bu sırada, o sanayi dalında çalışanlar işsiz kalmış, petrol bulunması sonrasında işsizlik oranları da hızla artmıştır.Bununla birlikte yeraltı zenginliği diğer olan ülkelerde, özellikle 1990’larda Rusya ve petrol zengini olan Suudi Arabistan gibi ülkelerde bu hastalığa sıkça rastlanılmaktadır.Tabii bu hastalığa karşı nadiren de olsa kamu fonları oluşturup birikim yapmak suretiyle efektif önlemler alan ülkeler de var: Norveç gibi.

“Norveç’te 1967 yılında emeklilik fonu adıyla kurulan bir fona, 2006 yılından başlanarak petrol ve doğalgaz gelirleri aktarılmaya başlanmış. Bu fon, bu adımdan başlayarak Avrupa’nın en büyük emeklilik fonu haline gelmiş. Norveç Fonunda biriken para 900 milyar dolar düzeyinde. Bu fonun işletilmesi son derecede sıkı kurallara bağlanmış. Çevreyi gözeterek ve yalnızca legal faaliyetlere para yatırarak büyüyor. Her gün 160 milyon dolar dolayında getiri sağlıyor. Hükümet, bütçe amaçlı olarak fondaki paranın yalnızca yüzde 4’ünü kullanabiliyor. Geri kalan yüzde 96 ise biriktiriliyor ve getiri getirecek alanlara yatırılıyor. Norveç’e zenginlik sağlayan petrol rezervleri bir gün tükense bile bu fon döndürülerek gelecek kuşaklara refahı aktarmanın aracı olmaya devam edecek.” (Mahfi Eğilmez ,Kendime Yazılar, 29 Aralık 2015)

(bkz: yazının tamamı için--> http://www.mahfiegilmez.com/2015/12/suudi-arabistan-ve-norvec-karslastrmas.html)

İşte bu hastalığa yakalanan Meksika ekonomisinde diğer yandan yerli para yabancı paralara karşı aşırı değerlenmiş ve uzun süre eski seviyesine de düşmemiştir. Dolayısıyla, ihraç malları dış piyasalarda pahalanmış ve ucuz mal alıcıya göre daha cazip olacağı için ülke olarak rekabet gücü de kaybedilmiştir. Dışarıya mal satamayan -ihracat yapamayan- sanayici ise peşi sıra kepenk kapatmaya başlamış ve ucuz olan ithal mallarına olan talebin de artması sonucu cari açık hızla büyümüştür.

Cari Açık: İlgili ülkenin cari yıl içerisinde elde ettiğinden daha fazla döviz harcamasından dolayı cari dengenin bozulması durumudur.
1982 yılının Ağustos ayına gelindiğinde Meksika gönülsüz olarak moratoryum ilan etmiştir. Moratoryum öncesi dış borç toplamı 100 milyar doların üzerindeydi. Bir ay sonra, Eylül 1982’de Lopez Portillo, bütün özel bankalara el koydu ve sermaye hareketlerini kontrol altına aldı. 1982’nin sonunda yapılan seçimlerde Portillo koltuğuna veda ederken, bütçe ve planlamadan sorumlu bakan olan Miguel De La Madrid başkan oldu.


Moratoryum: Borçlunun ödeme gücünü kaybetmesinden dolayı borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilân etmesine  adı verilir. Bu süreç genellikle borçlu ve alıcı arasında borcun yeniden yapılandırılması, borçların vadelerinin uzatılması ile sonuçlanır.Örneğin, Türkiye 1958 yılında moratoryum ilan ederek borçlarını yapılandırma yoluna gitmiştir.

Portillo’nun izlediği yolu aynen devam ettireceği düşünülen Madrid, iktidara geldiği ilk günden itibaren, ekonomide serbest piyasa sistemini benimseyerek liberasyona başladı.Tabi ki her kriz sonrasında yardıma koşan(!) IMF, bu defa Meksika’ya yardıma koşmuştu.


Buraya kadar Tekila Krizi öncesine kadar gelen süreci anlatmaya çalıştık. Şimdi şu meşhur Tekila Krizine gelecek olursak:
Kısaca bu kriz 90’lara geldiğimizde -Aralık 1994'te- Meksika hükümetinin cari açığı dengelemek için yaptığı devalüasyon sonucunda piyasaların tatmin olmadığı gibi bir tedirginlik havasına girmesi ve akabinde risk primi yükselerek, zincirleme bir reaksiyon sonucu patlak vermişti. Bu krizin diğer krizlerden farkı ise bir ülkeden sermaye kaçışının tetiklediği ilk kriz olarak literatüre geçmesidir.
Krizden hemen önceki o kısa evreye bakarsak malum -diğer kriz evrelerinin ilk başlarında görüldüğü üzere- Meksika'da 1990'ların başında da her şey iyi gidiyordu. Ülke reformları kimisi MIT ve Harvard mezunu iyi eğitim almış yöneticiler tarafından başarı ile hayata geçirilmiş, nihayetinde Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nı (NAFTA) imzalamış ve bütün bu iyi gelişmeler ile birlikte, yatırımcı güveninin arttığı ortamdan elinde geldiğince yararlanmaya çalışmıştı.

Bu arada, Merkez Bankası, 1988'de standart merkez bankası uygulamalarından vaz geçti ve pesoyu dolara sabitledi. Krize giden yolun ilk taşı böylelikle döşenmiş oldu. Para tabanını daraltmak ve faizi artırmak yerine, Merkez Bankası, faizlerdeki çıkışı önlemek ve para miktarını artırmak için Hazine tahvillerini satın aldı.
Buna ek olarak, dolar bazındaki tahvillerin geri ödemesi döviz rezervlerini azalttı.Öte yandan, ülkenin “Chiapas” bölgesinde artan şiddet olayları ve Başkan adaylarından Luis Donaldo Colosio'ya düzenlenen suikast ülkede siyasi istikrarsızlık getirdi. Bu da yatırımcıların Meksika varlıklarının risk primini artırmasına bir başka neden oluşturmuştu.
Meksika'da 1994 yılındaki başkanlık seçimlerine yaklaşırken, hükümetin seçim ekonomisine gitmesi, yani genişlemeci maliye ve para politikalarını uygulaması -kesenin ağzını açması- ve bunun sonucu cari işlemler açığının GSYİH'nin yüzde 7'si gibi yüksek bir seviyeye çıkmasına sebep olmuştu. Bu harcamaları karşılayabilmek için hükümet, yabancı yatırımcıların da ilgisini çekmek amacıyla, kısa vadeli yerel para cinsinden ancak dolar geri ödemeli borçlanma kağıdı ihraç etti. Borçlanmanın kolaylaştırabilmek için kısa vadeli peso cinsinden tahvil/bonolar dolar cinsi tahvillerle değiştirilmeye başlandı. Böylelikle küresel çapta hareket eden fırsatçı fonların önü böylelikle açılmış oldu.

Meksika Merkez Bankası pesonun dolara endeksli seyrini sürdürdü ve pesonun dolar karşısında yalnızca dar bir bantta değer kazanmasına ya da kaybetmesine izin verdi. Bu bandın korunması için, merkez bankası piyasaya açık piyasa işlemleri (api) yoluyla müdahale etti ve peso sattı ya da aldı. Merkez bankasının müdahale stratejisinin bir parçası da dolar bazında kısa vadeli borçlanma kağıdı ihraç etmekti. Borçlanma yoluyla elde ettiği dövizi peso alımında kullandı ve bu da pesonun değerinin aşırı artmasına neden oldu.

Devalüasyon: Bir ülke parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, değerinin düşürülmesi.
Api(açık piyasa işlemleri): Para politikasının ikinci aracı olan açık piyasa işlemleriyle (APİ) Merkez Bankaları, ellerinde tahvil bulunduranlardan tahvil satın alarak ya da kendi elindeki tahvilleri piyasaya satarak piyasadaki likiditeyi denetleyip fiyat istikrarını sağlamayı hedefler.
Döviz (Dolar) Bandı: Ayarlanabilir Sabit Kur Sisteminde, döviz kuru MB tarafından bir dalgalanma bandında belirlenir. Ancak duruma göre belirlenen döviz kuru periyodik olarak değiştirilebilir. Örneğin ödemeler bilançosu açıklarını gidermek için ülke parası devalüe, ödemeler bilançosu fazlalarını gidermek içinse yine o ülkenin parası revalüe(devalüenin tersi) edilebilir.

Merkez bankasının pesodaki değer kaybını önlemeye çalışması enflasyon risklerine karşı korunmayı amaçlıyordu, ancak bu da pesonun aşırı değer kazanmasına neden oldu. Pesonun güçlenmesi ithalatın (dışarıdan alınan yabancı ürünlerin) ucuzlamasını sağladı fakat bu da ülkenin dış ticaretinin açık vermesine sebep olmuştu. Spekülatörler pesonun yapay bir şekilde aşırı değerli olduğunu düşündüler ve haklıydılar da. İşte bunun sonucu meydana gelen sermaye kaçışı pesonun üzerindeki piyasa bakısını daha da attırdı.

Meksika, seçim öncesi olmasının da etkisiyle, para arzını koruyabilmek ve faizlerin artışını önlemek için kendi Hazine kağıtlarını satın almaya başladı ve bu da bankanın döviz rezervlerinin azalmasına neden oldu. Merkez bankasının peso bazında kısa vadeli tahvilleri dolar bazında tahvillerle değiştirmeye çalışması rezervleri daha da düşürdü. Bunun sonucunda ise Merkez Bankası'nın döviz rezervleri 1994'ün sonunda tamamen eridi. Ülkenin 28 milyar dolar olan ve pesonun dolara endeksli seyrini korumasına yeteceği düşünülen rezervler bir yıldan az bir sürede bitti. Buna bağlı olarak, yatırımcıların ülkenin temerrüde (borca) düşeceği endişeleri ise krizi alevlendirmişti.

Hükümet nihayetinde 20 Aralık 1994 yılında devalüasyona karar verdi ve pesoyu yüzde %15 devalüe etti. Ancak bu da büyük bir hataydı. Devalüasyona gidilmeyeceğine ilişkin önceki taahhütlere karşın bunun yapılması, yabancı yatırımcıların politika yapıcılara kuşkulu yaklaşmasına ve daha büyük çaplı devalüasyona gidilebileceği korkularının atmasına neden oldu. Yani krizi çözmesi ve piyasaları yatıştırması beklenen devalüasyon, krizi daha da derinleştirdi. Devalüasyon, bu süreç sonucu, krize dönüştü. Buna bağlı olarak, yabancı yatırımcılar Meksika dışı varlıklara gitti ve Meksika varlıklarına daha büyük çaplı risk primleri uyguladılar. Derecelendirme kuruluşları Meksika’nın puanlarını düşürmeye da başlamışlardı. Bunun sonucu faizlerde yukarı yönlü, yerli para biriminde ise aşağı yönlü baskı arttı. Devalüasyonun süreceğini bekleyen yabancı yatırımcılar hızlı bir şekilde yatırımlarını Meksika varlıklarından çekmeye devam etti. Sermaye kaçışını önlemek için, merkez bankası faiz yükseltti ancak bu da büyümeyi olumsuz etkiledi.
Merkez Bankası para biriminin endeksli seyrini korumaya çalışırken, gerekli acı reçeteyi uygulamaktan kaçındı. Devalüasyondan sonra yabancı yatırımcıların yeni devalüasyonların olacağına ilişkin korkularının artması risk priminin daha da yükselmesine neden oldu. Bu da yabancı yatırımcıların para birimine spekülatif atak başlatmasına neden oldu. Nihayetinde hükümet faizi yüzde 80 seviyesine yükseltmek zorunda kaldı. Faizlerin büyümeyi sekteye uğratması (dışlama etkisi/crowding out) ile kriz son evresine ulaşmış oldu.


Dışlama etkisi/Crowding Out

Meksika'nın vadesi dolar borçlarını çevirme zamanı geldiğinde, yatırımcılar yeni arz edilen kağıtlara ilgi göstermedi. Borç geri ödemesi için, merkez bankasının aşırı zayıflamış peso ile aşırı pahalı dövizi almaktan başka çaresi kalmadı. Böylelikle Meksika temerrütle/borçla baş başa kaldı.22 Aralık'ta Meksika hükümeti pesoyu serbest dalgalanmaya bıraktı. Bunun ardından peso %15 daha değer kaybetti. Özetle peso yaklaşık yüzde %50 zayıfladı. Enflasyon yüzde %52'ye ulaştı. Meksika varlıklarına 45 milyar dolar kadar yatıran fonlar, Meksika'da ve diğer gelişen ülkelerde pozisyonlarını likide etti, yani çektiler.

En nihayetinde ABD Meksika için Ocak 1995'te IMF öncülüğünde 50 milyar dolarlık bir kurtarma(!) paketi daha hazırladı.Meksika ekonomisi, pesonun değer kaybetmesi ve daha güvenli yatırımlara kaçıştan dolayı derin bir resesyon(durgunluk) yaşadı ve GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) 1995 yılında yüzde %6.2 daraldı.Yükselen faizlerden dolayı, özellikle mortgage geri ödemelerinin yapılamamasından dolayı bankalar battı. Fiyatlar 1995'te yüzde %35 arttı.Bir milyonun üzerinde insan 1995'te işlerini kaybederken, ortalama reel ücretler yüzde %13.5 geriledi. Genel hane halkı gelirleri aynı yıl yüzde %30 düştü. Meksika'da aşırı fakirlik 1994'teki seviyesi olan yüzde %21'den 1996'da yüzde %37'ye çıktı.

Bu film size çok tanıdık gelmiştir.Filmi yine aynı bahsi geçen dönemlerde başa sarın, Türkiye Ekonomisi Tarihine sub edin/uyarlayın hemen hemen aynı filmi izlerseniz.

Yorum,öneri ve görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Muhabbetle kalınız.



Faydalanılan Kaynaklar

Paul Krungman - Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz

Mahfi Eğilmez, Kendime Yazılar

Para Harekatı - Yaşar Erdinç

Finansal Krizler Tarihi – Çılgınlık, Panik ve Çöküş, Charles P. Kindleberger, Robert Z. Aliber

3  Local / Ekonomi / Profesör Joseph Yam (Son Manipülasyon Bükücü) on: July 01, 2019, 02:42:15 PM
Profesör Joseph Yam (Son Manipülasyon Bükücü)


Bu isim size ne ifade ediyor bilmiyorum fakat benim gözümde özellikle hedge fonları,swap işlemleri gibi finansal araçlarla küresel çapta hareket eden büyük fonlara hakim manipülatörlerin kirli planlarına kabus gibi çöken ve sadece kendi ülkesinde değil ayrıca finans aleminde post modern bir direnişin adıdır Joseph Yam.

Bizdeki damatların, partizanların, kraldan fazla kralcı geçinen yöneticilerin aksine liyakat basamaklarını adım adım çıkarak hem kendi ülkesinde hem de yurt dışında kendini geliştirip iyi bir eğitim almış ve yine liyakatle iş başına gelerek önemli yerlerde görev almış ve yine önemli başarılara imza atmış biridir.

(Bkz:Profesör Yam  GBM, GBS, CBE, JP gibi unvan ve nişanelere de sahiptir.)

Özellikle Hong Kong Para Kurulu Başkanı (merkez bankası başkanı) olduğu dönemlerde ülkemizde dahil diğer kapitalist ülkelerin basın yayın organlarında maalesef sadece merkez başkanları maaş sıralamasında “en yüksek” maaşı almasıyla gündeme gelebilmiş, Soros’un Quantum fonu gibi ülkelerin kaderiyle onayan manipülasyonlarına karşı verdiği amansız mücadele ve diğer önemli icraatları adeta sümen altı edilmiştir.


Asian Crisis, 1997

Yine o dönemlerde özellikle 1997 yılında Asya Krizi patlak vermiş, 1998'in yaz aylarında da kriz derinleşmişti. Asya Kaplanları (%5’in üzerinde büyüme sağlayan Tayvan, Singapur, Hong Kong ve Güney Kore ekonomileri) o günkü derinleşen kriz ortamında “Asya'nın Kağıt Kaplanları” olarak anılmaya başlanmış ve yine bu ülkelerde, devalüasyonlar birbirini izlemiş, büyüme ve işsizlik had safhaya çıkmıştı.
Bu derinleşen krize dayanabilen tek devlet bir kalmıştı: o da Hong Kong idi. Peki bu her geçen gün derinleşen krize direnebilecekler miydi?


Paul Krungman

Paul Krugman'ın “Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz” kitabında da bahsettiği üzere;
“Hong Kong'un ekonomisi, iyi kurallara bağlanmış bankaları ve muhafazakâr bütçe politikasıyla, bölgedeki diğer tüm ülkelere kıyasla, çok daha sağlıklı işlemişti. Sağlıklı yapı nedeniyle, krizin ilk yılında panik nedeniyle sermaye kaçışı olmamıştı. Buna rağmen şehir yanlış zamanda, yanlış yerdeydi. Komşuları geriledikçe Hong Kong'lu işletmeler sıkıntıya girdi. Japonlar alışveriş seyahatleri düzenlemekten vazgeçtiler, Güneydoğu Asya şirketleri Hong Kong bankalarıyla iş yapmayı durdurdular. Daha da kötüsü, hong kong döviz kurunu 7.8 abd doları'na kesin biçimde sabitlemişti. hong kong sırf bu nedenle tokyo'dan bile daha pahalı bir şehir haline geliverdi. Sonuç, durgunluğun derinleşmesiydi.Kaçınılmaz olarak rahatsızlık başladı. devalüasyon olacak mıydı? Hong Kong'lu iş adamları devalüasyon istemeye başlamışlardı. Fakat hükümet kurlara dokunulmayacağını açıkladı. Gariptir ki 1992'de İngiliz hükümeti de aynı şeyi yapmış ama Soros'un tuzağına yakalanmışlardı.

Çin'de de bir devalüasyon olacağı söylentileri yayılmaya başlamıştı. Böyle bir gelişme Hong kKng'u iyice köşeye sıkıştıracaktı.Soros'un -bu fona dikkat edin- Quantum fonu ve Robertson'un Tiger fonları bu gelişmeleri izleyerek pusuda bekliyorlardı. “

Krugman'a göre; bu iki fon Hong Kong'da ikili oynamaya başladılar. Hong Kong borsasında hisseleri açığa satarak piyasada devalüasyon baskısı oluşturmaya çalıştılar.
Açığa satmak, hisse senetlerine sahip kişilerin hisselerini ödünç alıp, bir kira bedeli ödeyerek satış yapmaktır.
Hisse senedi almak için ödenen bu bedel -bu bir şirket de olabilir bir kişide- krediyi alacak kişinin veya ülkenin kredibilite/güvenilirlik rasyosuna/oranına göre değişebilir fakat genelde yüzde 10'dan fazlası tercih edilmez. Bu açığa satışta belli bir kira karşılığı da dahil diyelim, 100 lira ödeyerek bir süreliğine 1000 liralık bir varlığın sahibi olabilir ve yine o varlıkla işlem (örn:hedge fonu alım-satımı) yapabilirsiniz. Özetle cebinizdeki 100 lira ile 1000 liralık hedge fonu yönetebilirsiniz.

(Bkz:kredi kelimesi latince “credo” kelimesinden gelir; anlamı güven/teminat demektir.)

Diğer bir ifadeyle Soros amca 100 Hong Kong dolarını (1usd=7.8hk) alarak 1000 adet hk dolarlık hisse alıyor, sonra da bu 1000 hk dolarlık hisseyi piyasada satıp, 1000 hk doları karşılığı abd doları satın alıyordu.
(Hk Doları: Hong Kong Doları)

Bu sayede yaratılan kaldıraç etkisi ile Abd dolarına olan talebi arttırarak Hong Kong hükümetini ters köşede bırakıp devalüasyona zorluyorlardı. Zaten ana gaye de buydu.
Ayrıca yarattıkları ortamda aldıkları hisselerin fiyatı düşeceği için, daha yüksek kurdan ellerindeki dövizi bozdurup, hisseyi düşük fiyatlardan yerine koyarak iade edebilirlerdi.
Nasıl olsa dövizi yönlendirebilecek büyüklükte bir fon akışına sahiplerdi. Yani ellerinde her türlü imkan ve finansal enstrüman vardı.


Diyelim ki böyle bir durumda yabancıların elindeki her 100 dolar (sıcak para) ülkenizden kaçmaya kalktığında, bu döviz kaçışına mâni olabilmek için sizin merkez bankanızın elinde ne kadar nakit rezerv olması gerekir? O her 100 dolar çıkışına karşı sizin elinizde 1000 dolar olması gerekir ki kendinizi olası Quantum veya Tiger fonu odaklı kaldıraçlı işlemlerle ülkenizde yapılacak olası operasyonlara/manipülasyonlara karşı savunasınız.
Kaldı ki bizim ülkemiz şartlarına bakacak olursak, sizin o 1000 birim doları almanız için ödemeniz gereken bedel ortalama 1000x6=6000 birim tl’dir.
Tabi diğer yandan karşınızda Soros gibi para babaları olunca oyuna 0-1 geride başlıyorsunuz. O dönemde Hong Kong’un geride başladığı gibi. Haliyle bu kirli oyunun Soros için zararla sonuçlanması çoğu otoriteye göre de mümkün değildi ve bu maçın sonunda beraberlik de yoktu.Ya Hong Kong doları devalüe edecek ve böylece Soros gibi manipülatörler dolar spekülasyonundan para kazanacaklardı ya da Hong Kong ekonomisi direnip galip gelecekti.


bkz:Faiz Dersi -->>http://www.mahfiegilmez.com/2012/10/faiz-dresi.html
bkz: Faiz Dayince --> http://www.mahfiegilmez.com/2018/06/faiz-deyince.html

bkz:Faiz & Para İlişkisi için ---> http://www.mahfiegilmez.com/2012/11/para-ve-faiz.html
bkz: Borsa ve faiz ilişkisi --> http://www.mahfiegilmez.com/2015/02/borsa-faiz-iliskisi.html

Bu olası iki senaryoda diyelim Hong Kong hükümeti devalüasyona direndi. O zaman mecburen faizleri yükseltecekti. Faizler yükselince paranın hisse senetlerinde olma maliyeti artacak ve hisseler hızla düşmeye başlayacak, bu sayede açığa satılan hisseler ucuza alınıp tekrardan sahiplerine iade edilebilecekti. Hong Kong dolarları bloklar halinde göze batacak şekilde satılıyor ve piyasanın dikkati çekilmek isteniyordu.
Bu noktada Hong Kong’lu yetkililer oyunun sadece bundan ibaret olmadığını söylediler; Quantum  ve Tiger fonlarından ülkedeki yerel basındaki bazı gazetecilere ve yazarlara Hong Kong dolarının ve Çin parasının (o dönem rinminbiydi adı sanırım) veya her ikisinin birden devalüasyonun eşiğinde olduğunu anlatan felaket senaryoları yazmaları için paralar ödendi.


Yine Krungman’a göre, sonraki gelişmelerle oynanan bu kirli oyunun çok daha büyük boyutlarda olduğu anlaşıldı. Soros ve Robertson'un hedge fonları, Hong Kong doları'nın çöküşüne referans olacak şekilde Japon yeni, Avusturalya doları ve Kanada doları'nın düşüşünü gövde gösterisi yaparcasına tetikleyerek bu paraları da göstere göstere açığa satmışlardı.

Nihayetinde Soros ve Robertson, Hong Kong'un köşeye sıkıştığı ve yapabileceği çok fazla bir şey olmadığını düşünüyordu.Borsası büyük olsa da, Hong Kong'un kendilerine karşı kullanabileceği para miktarının fazla olmadığı yönünde hesap yapmışlardı. Hedge fonlarını açığa sattıkları ve raporlarla sabitleşen miktarın 30 milyar dolar olduğu sonradan ortaya çıktı. Bu tür bir paraya karşı, Hong Kong'un elindeki kaynakların çok yetersiz kalacağını düşünen iki kişi Soros ve Robertson'du.Amerika'da 1.5 trilyon dolarlık açık pozisyon almakla, Hong Kong'da 30 milyar dolarlık açık pozisyon almak neredeyse aynı anlama geliyordu."

Evet arkadaşlar Joseph Yam önderliğindeki Hong Kong ekonomisi direndi ve günün sonunda Quantum ,Tiger gibi fonlar kuyruklarını kıstırarak ülkeden kaçtılar. Eşi görülmemiş bir şekilde Hong Kong Para Kurulu Otoritesi -tabi Joseph Yam’ın talimatıyla-  borsadan hisse almaya başlayıp dirayetli ve sistematik bir şekilde ters pozisyona girdiler.Akabinde Soros’un açığa satış yaptığı hisseleri hızla yukarı gidiyor ve Soros’un fonu zarara uğruyordu. Düşünün adamlar bunu para çıkışlarını önleyen bir devlet müdahalesi mekanizmasından yoksun olmalarının yanında dışa açık bir piyasa ekonomisinde yapmayı başardılar. Bunun yanında kendilerine karşı yapılan olumsuz propagandalara karşı hükümetle ortak hareket edip halkı bilinçlendirdiler. Aşırı harcamalardan kaçınıp tasarruf yaparak rezervlerini arttırdılar. Ve işini iyi yaptığı için de Joseph Yam’a o dönem itibariyle merkez bankası başkanlarına verilen en yüksek maaşı bağladılar. Bizim yerli basında bunu haber yaptı sadece(!)

MB Başkanlarının Maaşları, 2008 Verileri

Bu büyük manipülasyonun ardından ve yine konuyla ilgili aslında bir manada küresel çapta neyle karşıya karşıya olduğumuzu anlamak adına  Morgan Stanley’in baş global stratejisti Barton Biggs’in ve yine Paul Krugman’ın ifadelerini çok önemli buluyorum.

Paul Krugman da Fortune dergisindeki yazılarından birinde:
"Ülke içinde, şirketlerle ilgili dedikodu ve söylemlere dayanılarak yapılan manipülasyonlara uygulanacak cezalar çok net ve et-kin bir şekilde düzenlenmiştir. Fakat ülkelere karşı yapılan manipülasyonlar için bir düzenleme yoktur.Ülkelerin sermaye piyasaları herkese açıktır. Fakat bu piyasaları düzenleyen ve herkesin işlem yapmasına izin veren kurumlar ulusaldır. Hepimiz dünya çapında yetkili olan, denetleyici ve düzenleyici bir kurumun vücuda getirilmesinin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Örneğin, Londra’da çalışan Amerikalı para yöneticilerini, Çin’de yaptıkları manipülasyon nedeniyle cezalandıracak bir kurumun nasıl oluşturabileceğini hayal etmek için bile bir fırın ekmek yememiz gerekiyor. Bu taarruz ateşine maruz kalmış bir ülke olmasanız bile, uluslararası çaptaki manipülasyonları cezalandıracak bir kurumu oluşturma konusunu, hemen bugünden düşünmeye başlamalıyız.”

Barton Biggs şöyle diyor: "Hong Kong para otoritesinin yaptıklarını anlayışla karşılıyorum. Hedge fonlar birlik olup, Hong Kong’a yaptıkları türden bir saldırıyı bir ülkeye yaptıklarında, darmadağın eden ve ahlaksız bir faaliyet içindedirler. Yaptıkları şey, kendi para kazanma hırsları için ülke insanlarını ateşe atmaktır. Spekülatörlerin parayla dünyayı yönetmesine izin verilemez ve ülkeler ellerindeki silahları bunların ataklarına karşı kullanmalıdırlar."

Keza Hong Kong'daki bu insanlar da özellikle Biggs'in vurguladığı gibi bu belayı başlarından defetmek için ellerinden geleni yaptılar.Bizdeki para kurullarının başındaki biatçı idareciler gibi üst perdeden talimat alıp kendi adamlarını zengin etmek adına bayram arası piyasalar kapalıyken(!) dolar alıp satmadılar. Yabancı yatırımcıyı ters köşeye yatırmak için yerli para rezervlerini kısıp olası bir swap krizine sebep olup borsayı bir günde rekor düzeyde %7 zarara uğratmadılar.Sonuçta o yabancı yatırımcı (sıcak para sahipleri) senin yerli hisselerinin 3/2’sine sahip.Adama tl satmayıp şark kurnazlığı yaparsan o da gider senin hisseni satıp tl bularak yine senin borsana değer kaybettirir ve olan yine senin kendi yerli yatırımcına,vatandaşına olur.

(Bkz: konuyla ilgili yazım için ---> https://bitcointalk.org/index.php?topic=5125502.msg50349579#msg50349579)

Belki konuyla alakası yok diyeceksiniz ama...Örneğin ülkemizde kaç tane Aselsan var arkadaşlar? Bir tane! Aselsan gibi bir kağıttan 40 bin tl zararı olan bir arkadaşım var.Adam güvenmiş yerli ve milli servet,şirket demiş yatırım yapmış.Bir günde g-20 ülkesi olan bir bir ülkenin borsası %7 düşer mi? Yazık değil mi bu insanlara,yerli yatırımcıya?

Neyse lafı da fazla uzatmadan...Bu konudan çıkarılacak önemli dersler olduğunu düşünüyorum saygıdeğer arkadaşlar. Finansal okur yazarlığımızı arttırmamız çok önemli.O yüzden sizlerle elim ve dilim döndüğünce bu ve benzeri konuları paylaşma gereği duyuyorum.Sonuçta çoluk çocuğumuz, ailemiz de dahil hepimizin geleceği söz konusu.Neden daha iyi yaşam şartlarına ve daha iyi imkanlara sahip olmayalım? Olmamız lazım.Olmamız lazım ki bizden sonra gelenler bu sıkıntıları yaşamasınlar.

Umuyorum hepimiz adına her şey çok güzel olacaktır.

Muhabbetle kalınız.



Faydalanılan Kaynaklar

Paul Krungman - Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz

Para Harekatı - Yaşar Erdinç

Finansal Krizler Tarihi – Çılgınlık, Panik ve Çöküş, Charles P. Kindleberger, Robert Z. Aliber



4  Local / Ekonomi / Mississippi Balonu - 1720 on: June 28, 2019, 01:00:35 PM
Mississippi Balonu - 1720

Öncelikle Fransa’da yaşanan Mississippi Balonu’na kadar gelen süreci de göz önünde bulundurarak önemli kırılma anlarıyla aktarma gereği duydum.
Bu noktada her ne kadar ayrı bir konu başlığı gibi dursa da yine konu başlığımızla yakından ilgili olan başta; Kuzey Avrupa’da borsa kavramının ilk kez ortaya çıkışı,
Hollanda'da ki Lale Balonu, Avrupa’da kurulan ilk merkez bankaları ve borsa merkezlerinin rollerine  
elimiz,dilimiz döndüğünce kısaca değinilmeye çalışılmıştır.


Herkese keyifli okumalar diliyorum.Muhabbetle kalınız.



(Mississippi Bubble - Madness of Crowd)

Borsa kelimesinin kökeni 13.yy.’da Belçika’nın Brugge kentinde yaşamış Van der Buerse ailesinden gelir. Bu ailenin sahip olduğu büyük köşkün önünde toplanan tüccarlar ticari anlaşmaların yanında alım satım işlemleri de yapmaktaydı. O dönemde Brugge kenti Avrupa’da finansın merkezi haline gelmişti.


Financial Center - Anvers

15. yy.  sonuna doğru daha esnek ticari yasaların düzenlendiği Anvers kenti 1531’de kendi borsa binasını açtıktan sonra Brugge kentinin yerini alacaktı. Duvarında “ulusu ya da lisanı ne olursa olsun tüm tüccarların kullanımına açık olduğu” yazılı olan döneminin dünyadaki ilk uluslararası borsası olan Anvers Borsası, modern anlamda İngiltere ve Fransa gibi ülkelere de önemli bir örnek olacaktı.

Anvers’teki başlıca spekülasyon konusu Hindistan baharatlarıydı. Hollanda spekülasyonu frenlemek amacıyla 1541 yılında Anvers borsasının en gözde ticaret araçlarından “bahis” uygulamasını yasakladı. Uygulama şöyleydi: Birinci spekülatör, belli bir döviz kurunun gelecekte belirlenen bir tarihte belirlenen bir miktarda değişeceğine dair bahse giriyordu. İkinci spekülatör ise farklı bir oran üzerinden bahse giriyordu. İki spekülatör sonuçta oluşan farkı birbirlerine ödemeye söz veriyorlardı.

1542’de Fransa, İspanya ve İngiltere Anvers ve Lyon borsalarının ana aktörleri oldular. Bu durumun esas kaynağı savaş finansmanı idi. Kral Tahvili ya da Saray Tahvili denen tahvillere tüm Avrupa’dan para akıyordu. Borçları artan krallar II. Felipe ve I. François’in faiz oranları üzerinde baskı yapması bu piyasaya rağbeti söndürmüş, Anvers ve Lyon piyasalarının da itibarını sarsmıştı. Sonunda İspanya Anvers’i işgal edince artık Amsterdam ve Londra dünyanın yeni finans merkezleri olarak öne çıkmaya başladılar. 1613’te yeni borsa binası ile Amsterdam’da tüm ticari işlemler bu borsalarda yapılmaya başlandı. 1602’de Doğu Hindistan Hollanda Şirketi’nin bir anonim ortaklık olarak devredilebilir hisse senedi ihraç etti. Ancak hisse senedi alım satımının yaygınlaşması uzun zaman aldı.

1670’de yalnızca iki şirketin Doğu ve Batı Hollanda Şirketi’nin hisseleri işlem görüyordu. Anvers örneğinin de etkisiyle Amsterdam’da devlet tahvillerinin işlem görmesi gecikti. 1672’de Hollanda hükümeti ilk devlet tahvilini ihraç etti. 1750 yılına gelindiğinde Amsterdam tam anlamı ile bir uluslararası finans merkezine dönüşmüştü. Günümüz spekülasyon literatüründeki "ayı" ve "boğa" tabirlerinin karşılığında “aşıklar” ve “mayıncılar” tabirleri kullanılıyordu.Günümüzde “put” ve “call” olarak anılan işlemlerin Amsterdam borsasındaki ilk örneği, 1630’lu yıllarda “Lale Çılgınlığı” esnasında görüldü. Spekülatörlere minimum sermayeyle işlem yapma olanağı tanıyan bu uygulama “windhandel” yani “hava oyunu” tabirinin ortaya çıkmasına sebep oldu.


When a Tulip was Worth more than a House - Tulip Bubble

Amsterdam borsası aynı zamanda tüm Avrupa’ya yayılan ve tam anlamıyla bir çöküşle sonuçlanan -ve daha sonrasında da birçok finansal çöküşe sebep olan- finansal çılgınlıkların kaynağı da olmuştur.
Şöyle ki Osmanlı İmparatorluğu’ndan Viyanalı tüccarlar eliyle Avrupa’ya taşınan laleye olan düşkünlüğün aristokratlardan(toprak sahibi zengin sınıfı) sonra halka da yayılması ile “vadeli lale sözleşmeleri çılgınlığı” had safhaya ulaşmıştı. 1630’lu yıllarda neredeyse tüm Hollanda halkı kendini lale soğanı yetiştiriciliğine adamıştı. Mutasyonlar üretilmiş nadir lale türleri uçuk fiyatlar üzerinden işlem görüyordu.
(Bkz: Bir tek lale soğanının Fransa’nın önde gelen fabrikalarından biri karşılığında satıldığı kayıtlara geçmiştir.)


Tulip Bubble Chart

1637 yılında lale piyasası çöktüğünde ülkenin en köklü aileleri ve en varlıklı tüccarları da iflasa sürükleniyordu.Sonuçta Hollanda ekonomisi uzun süreli bir bunalıma girdi. 1763 ve 1772’deki banka iflasları ve deflasyon dalgası ile Amsterdam borsası çöktü. Bu fırsatı değerlendiren Londra 18.yy’da Avrupa’nın finans merkezi konumuna yükseldi.

Londra’nın örnek aldığı borsa Anvers idi. Kralın finans aracısı “Thomas Gresham” Anvers borsasının mimari özellikleri üzerine çalıştı. 1566’da başlayan inşaat iki yılda bitti ve 1570’da Kraliçe Elizabeth borsayı ziyaret ederek Royal Exchange’in açılışını ilan etti. 1666’da büyük Londra yangını sonrası 1669’da yeni bina açıldı. 1698’de Kraliçe’nin izniyle tellallar borsa dışında kahvehanelerde/merdiven altlarında işlem yapmaya başladılar. İlk yıllarda tellallar alt tabakadan “aşağılık kimseler”di. İkinci borsa binası da 1838’de yandı, 1844’te tamamlanan üçüncü bina 1939’a kadar hizmet verdi.

17.yy. sonunda hisse senedi satışı yapan şirket sayısı hızla artmaya başlamıştı. Hisse senedi fiyatlarının basında duyurulması da aynı dönemde başladı. 18. yüzyıl gazetelerinin çoğunda 20-25 şirketin hisse fiyatlarına yer veriliyordu. Londra borsası tellalların buluşma yeri Jonathan’ın kahvesine taşındı ve 1714’te hisse fiyatları kahvehane sahibinin ofisine asıldı.
1720’de Londra ve Paris borsaları daha sonraki 200 yıl boyunca giderek artacak bağımlılığının ilk işaretleri olacak şekilde peşi sıra büyük çöküşler yaşadı.

Mississippi Balonu olarak adlandırılan Fransa’daki çöküşün baş aktörü  İskoç yatırımcı,ekonomist John Law’a gelirsek...


Jonh or Jean Law

John Law  -ki bu adamı ayrı bir konu başlığında da incelemek gerek- devreye girmeden önce Fransa finansal harcamalarını karşılayabilmek adına piyasaya sürekli düşük ayarlı para sürüyordu.İçindeki altın miktarı giderek azalan paralar -tağşiş denir buna- halk tarafından kabul edilemez olmuştu.

Tam bu sırada, İngiltere’de kanun kaçağı olan İskoç asıllı John Law, Fransa’ya geldi. Law bir ekonomistti ve kısa süre önce (1705) “Money and Trade Consider’d with a Proposal for Supplying the Nation with Money” (Para ve Ticaretin Tarihçesi ve Ülkede Para Arzı için bir Öneri) başlıklı makaleyi kaleme almıştı. Fransız maliye bakanını, bu makalede bahsettiği teorilerini uygulamak için ikna da etti.

John -Fransa’da ismi Jean diye yazılır,çizilir- Law’un 2 Mayıs 1716’da kurduğu La Banque Générale isimli özel banka, Fransa’da ilk defa kâğıt para çıkardı. Sermayesinin dörtte üçü devlet parasından oluşmaktaydı ve devlete bunun karşılığında senet verilmişti.Bu devlet garantili paralar %100 altına endeksliydi. Elindeki banknotu La Banque Générale’e getiren herkes eksiksiz olarak altın teslim alabiliyordu. Daha önce tedavülde olan düşük ayarlı paralardan bıkmış olan halk, Law’un yeni(!) kâğıt parasına büyük ilgi gösterdi. Kısa sürede para, endeksli olduğu altına kıyasla prim yaptı. Yani insanlar, saf altına kıyasla La Banque Générale banknotlarına daha fazla para ödemeye hazır hale gelmiştiler.

4 Aralık 1718’de banka devletleştirildi ve “La Banque Royale” adını aldı. Banknotların tedavülü mecburi hale getirildi ve paralar kral tarafından garanti altına alındı.Zorunlu tedavülün sağladığı serbestlikten yararlanan Law, piyasaya devamlı para sürdü. Ama yeni arz nedeniyle paranın değeri düşmüyordu, çünkü Law çok dâhiyane bir düzen geliştirmişti. Bu düzen ise şöyle işliyordu; Law, aynı senelerde deniz ticaretiyle uğraşan birkaç şirketi de alarak Compagnie Perpetuelle des Indes (Mississippi) Şirketi’nin başına geçti.

Şirket, Fransa’nın Amerika’daki sömürgeleriyle yapılacak tüm ticareti tekeline alıyordu. Bu sayede şirket tüm denizlerde bir ticari monopol haline geldi.
Halk, şirketin müthiş derecede kârlı olacağına inandı ve şirket hisseleri kapışılmaya başlandı. Şirket hisseleri, yalnızca La Banque Royale’in banknotlarıyla alınabiliyordu. Böylece arz edilen banknotlar için gerekli talep de yaratılmış oldu.


Mississipi Company - 1700's

Mississippi Şirketi’nin hisseleri büyük bir hızla yükseliyordu. Law, Louisiana’nın zenginliğini etkili bir pazarlama planıyla abartılı ölçüde arttırarak mükemmel bir spekülatif balonu yaratmıştı. Şirket hisselerine talep o kadar fazlaydı ki, hisse artırımlarında yatırımcıları sıraya sokmak gerekiyordu. Bir hisse artırımı sırasında, yatırımcılardan birine haksızlık yapıldı ve söz konusu kişi elindeki hisseleri satıp La Banque Royale’den altın çekmeye karar verdi. Ne de olsa söz konusu banknotlar %100 altına endeksliydi (daha doğrusu öyle olmaları gerekiyordu).Fakat realitede kasadaki altın miktarı artık tedavüldeki banknotları karşılayamayacak seviyedeydi.

İlk zamanlarda aşırı arz (yani enflasyon) fiyat artışına ve paraya güvensizlik duyulmasına yol açmamıştı.Fakat sonradan bankadan zamanla altın çekildiğini anlayan Law altın çekimlerini/likiditeyi yasakladı.
Ancak bu durum daha da büyük sorunlara yol açtı.Bir kere yatırımcının güveni sarsılmıştı. Mississippi Şirketi’nin hisseleri, yükseldikleri hızla düşmeye başladı ve sonunda şirket hisseleri tamamen değerini yitirdi.
En nihayetinde 1720 yılına geldiğimizde Mississippi havzasında vaat edilen altının bulunmayacağı da anlaşılınca -ki bu havza timsahlarla dolu bataklıklardan ibaretti- kriz patlak verdi ve yatırımcılar satın aldıkları banknotları/hisse senetlerini altın ve gümüş karşılığında panik içerisinde satmak istediler.


Madness of Crowd - Mississipi Bubble

Bank Royale’e şirketin  banknotlarını/hisselerini bozmak için hücum eden yüzlerce insan oluşan izdihamda hayatını kaybetti. Sonrasında gelen intiharlar cabası tabi.
1720’nin sonunda Law, XV. Louis’nin vekili olan Orléans Dükü II. Philippe tarafından görevlerinden alındı. Ardından Law Belçika’ya kaçtı. “Mississippi Balonu” da -diğer balonlar gibi- hazin bir bir şekilde sona ermiş oldu.


Geçmişte yaşanan belli başlı önemli finansal krizler için:

1636 Lale Balonu (Hollanda)
1720 South Sea Balonu (İngiltere)
1720 Mississippi Balonu (Fransa)
1927-1929 Hisse Senedi Fiyatları Balonu (ABD'de patlak verdi bütün dünyaya yayıldı. bkz:Kara Cuma,29 Buhranı)
1985-89 Japonya Emlak ve Hisse Senedi Balonu
1985-89 Finlandiya, Norveç ve İsveç’teki Emlak ve Hisse Senedi Balonu
1992-1997 Asya Ülkeleri Emlak ve Hisse Senedi Balonu
1990-1999 Meksika’daki Yabancı Yatırımların Aşırı Artışı (Tekila Krizi)
1995-2000 ABD’deki Tezgâh Üstü Piyasalar Hisse Senetleri Balonu
2000-2008 ABD'deki Mortgage Krizi (Malum emlak krizi küresel finansal krize dönüşmüştü. Bkz: Mortgage/Subprime Crisis)
2011 Yunanistan Hükümeti Devlet Borçları Krizi (Sonradan domino etkisiyle diğer Avrupa ülkelerine de sıçradı. Bkz:Eurocrisis)

Not: Yukarıdaki finansal krizlerle ilgili fırsat buldukça konu başlığı açmaya çalışacağım.


Faydalanılan Kaynaklar

1.Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı, Charles Mackay (1841)

2.Finansal Krizler Tarihi – Çılgınlık, Panik ve Çöküş, Charles P. Kindleberger, Robert Z. Aliber

3.1630'dan 2010'a FİNANSAL KRİZLER TARİHİ - Balonlar, Panikler, Buhranlar ve Küresel Finansal Kriz , Ahmet Büyükşalvarcı, Selçuk Balı

4.Ulusların Düşüşü - Güç Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri, Daron Acemoğlu , James A. Robinson



Diğer ilginizi çekebilecek konular için:

ANALİZ: Sadece 10 Yıl Önce... (SDR & SAGP)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4836401.msg43628470#msg43628470

Bankacılık Tarihine Bir Yolculuk
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4802640.new#new

Venedik Taciri (Tefeciliğin Gelmişine Geçmişine Bir Yolculuk)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4630085.msg41842007#msg41842007

Jacob Fugger (Dünyanın Gelmiş Geçmiş En Zengin İnsanın Hikayesi)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4628180.msg41813922#msg41813922

Newton & Güney Deniz Şirketi (Yaşanmış Bir Borsa Hikayesi)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4622319.new#new

Türkiye & Dünya Ekonomisine Bir Bakış/2017-2018 (Analiz)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4617301.msg41691614#msg41691614

Ekonomimizin gidişatı ile ilgili bir inceleme yazısı
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4576653.0

Ekonominin yüksek oranda büyümesi iyi midir? (Analiz)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4469284.msg40086685#msg40086685

Teknik Analizin Babası: Charles Dow & Dow Kuramı (Detaylı bir yazı)
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4573633.msg41234418#msg41234418

Liberland ile ilgili inceleme yazım:
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4514525.msg40643120#msg40643120

Tether ile ilgili yazım:
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4546720.msg40930436#msg40930436

Obsesif Kompülsif Bozuklu ile ilgili yazım:
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4461869.msg39983209#msg39983209

Kpss A Guru ve Diğer Kurum sınavlarına hazırlanacak arkadaşlara rehber olması açısından bir yazı:
https://bitcointalk.org/index.php?topic=3062932.msg31551069#msg31551069

Uzlaştırmacılık ile ilgili yazım:
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4542647.msg40891297#msg40891297

INCITATUS:Tarihte En Yüksek Mertebelere Ulaşmış Bir Atın Hikayesi:
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4910212.msg44223435#msg44223435

Kripto Para Cüzdanları Rehberi
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4676767.msg42195173#msg42195173

STUBSS:Belediye Başkanlığı Yapmış Bir Kedi
https://bitcointalk.org/index.php?topic=4910033.msg44222260#msg44222260

5  Local / Ekonomi / Davranışsal Finans (İnceleme Yazısı) on: March 30, 2019, 11:47:49 AM
DAVRANIŞSAL FİNANS
(Behavioural Finance)

Klasik teorilerin aksine Davranışsal Finans yaklaşımını özellikle günümüzde her türlü -doğru veya yanlış- bilgiye anında ulaşabilme kabiliyeti sunan sosyal medya araçlarının -internet,tv,radyo vb. de dahil- insanların yatırım psikolojisine etki etme açısından çok önemli ve bir o kadar riskli buluyorum.Kaldı ki bu etkin araçlar kimi kurum veya kuruluşlar (bur bir hükümet olabilr,bir banka olabilir veya bir firma olabilir, adını siz koyun) tarafından kendi çıkarlarına hizmet etme doğrultusunda başkalarının -veya bizlerin- çıkarlarını bir kenara atarak yine etkin bir şekilde kullanılabilmektedir.Bu yazıda Davranışsal Finans yaklaşımını bir bütün halinde en ince ayrıntısına kadar anlatmam malum mümkün değil.Kendi çapımda ve dilim döndüğünce önem arz eden noktalarını -belki ileride bu yazıyı burada veya başka bir başlıkta güncelleyerek/ güncelleyecek şekilde- anlatmaya çalıştım/çalışacağım.Umuyorum faydası dokunacaktır.Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

İki farklı disiplin olan psikoloji ve finansı bir araya getiren ve insanların, yatırım yaparken, para biriktirirken, para harcarken nasıl,
niçin mantıksız veya rasyonel olmayan kararları verdiklerini açıklamaya çalışan ikili disiplinler birliğidir.

Davranışsal Finansın aksine Klasik finansal yaklaşımında insanların finansal konularda oldukça mantıklı hareket ettikleri savunulur.Bunu klasik ekonomide de görürsünüz.Klasik anlayışa göre insan homoeconomicus'dur, faydasını(utility) maksimize ederek yaşar ve her zaman bu doğrultuda mantıklı hareket eder. Fakat bu yaklaşım gerçekte böyle midir?Yani insan her zaman faydasını maksimuma çıkarmak adına mantıklı mı hareket etmektedir?Tabii ki de hayır.Daha da ötesi insanların mantıktan sapmaları sistematik olduğu kadar olasılıklar da dahilindedir. Davranışsal Finans geçmişten gelen bu varsayımları gevşeterek gözlemlenebilir, sistematik ve mantığa aykırı davranışları bir araya getirerek bir standart model oluşturmaya çalışmaktır.

Bir başka ifadeyle ekonomik kararların daha iyi verilebilmesi ve verilen kararların pazar fiyatlarını, getirilerini nasıl etkilediğine dair insan psikolojisi üzerine yapılan bilimsel araştırmalara farklı bir bakış açısı sunan bir yaklaşımdır, Davranışsal Finans.


Davranışsal Finansın İnceleme Alanları & Yanıt Aradığı Sorular


Yatırımcılar
•Yatırımcılar hangi yatırım araçlarını neden alırlar?
•Aldıkları yatırım araçlarını ne zaman ve neye göre satarlar?
•Yatırımcıların duyguları ve bilişsel hatalarının yatırım kararındaki
etkisi nedir?
•Yatırımcı psikolojisi nedir?

Tüketiciler
•İnsanlar neden alışveriş yapar?
•Alışveriş ve kredi kartı
•Kredi kartı sahipliği, kullanımı ve cinsiyet
•Harcama karar mekanizması
•Duygularla hareket
•Alışveriş dinamiği

Parasal Hatalar Neden Yapılır?
• İnsan rasyonel değildir
• Ekonomik kararlarda psikoloji çok önemli bir etkendir.Rasyonaliteyi/mantıklı çıkarımları engelleyebilir.
• Ekonomik kararları psikolojik gözle incelemek gerekir.
• Bilgi eksikliği ya da kirliliği herkesi yanıltabilir.
• İlk gördüğünüz/duyduğunuz her zaman doğru/simetrik algılanır.Fakat öyle değildir.



Zihinsel Muhasebe Nedir?

Para, kazanılma, saklanma ve harcanma biçimine göre farklı değerlerde algılanır ve öyle kategorize edilir.Bazı paralar, diğer bazı paralara göre daha az değerli olarak algılanır.
Para, genellikle kaynağına göre farklı değerlendirilir.Ve genelde büyük maliyetin yanındaki daha küçük maliyetler dikkate alınmaz.

Yeni Evli Çif & Las Vegas Hayalleri

Zihinsel muhasebeyi çok iyi tasvir eden bir hikaye...

"Hikayemiz ABD'de de Las Vegas'da geçiyor.Hikayedeki yeni evli çiftimiz büyük bir keyifle balayına çıkıyorlar ve "çok ucuza" kalacakları Las Vegas'daki otellerine geliyorlar.Elbette otele gelmeden önce birbirlerini "çok az kumar oynamak" hususunda tembihliyorlar.Geldikleri akşamüstü otelin hakla ilişkilerinden güzel bir bayan onları karşılar ve otelin yeni evli çiftlere olan güzel bir jestinden bahseder: otelin kumarhanesi yeni evli çiftlere 200$ değerinde kumarhane çipi hediye etmektedir.Çift buna çok sevinir ve akabinde 200$ çipi  200.000$ yapma hayaliyle kumarhaneye doğru eğlenerek yol alırlar.Balık ağdadır artık...

Çift önce kollu makinelerde şansını dener,ardından ruleti keşfeder.Rulet tüm arıları kendine çeken çiçek özü gibi güzel,heybetli ve çekicidir.Diğer oyunlardan farklıdır.Pek çok rakamın siyah veya kırmızı renkte yazılı olduğu bir masa ve aynı rakamların dairesel bir biçimde sıralandığı dönen bir çark ve kazananı belirleyen beyaz bir top: rulet.Masada bir renk,bir rakam üzerine bahis oynarsınız ve şansınızı denersiniz.Yalnız tek tek bir rakamı seçer ve o rakam gelirse yatırdığınızın 36 katını alırsınız!

İşte bizim çiçeği burnunda çiftimiz böyle hayaller kura kura aldıkları ücretsiz fişlerle kurulurlar masanın başına.Fakat sonuç hüsrandır, genelde herkese olduğu gibi.Mutsuzluk,karşılıklı suçlamalar ve kısmi hakaretler..Tam bir düş kırıklığı içerisinde odalarına dönerler.Balayı zehir olmuştur adeta.

Derken genç adam cebinde 5 dolarlık bir oyun fişi olduğunu görür.Fişi eline alır,dikkatlice bakar ve okuyamaz.Odadaki ışığa tutar ve çipin üzerinde 13 rakamını görür.Heyecanlanır.İşte bu ona göre Tanrı'nın bir işaretidir! Artık ona verilen bu ilahi şansı da denemelidir.Odada tekrar giyinir ve eşine bir sigara içme bahanesiyle dışarı çıktığını söyler.Adres bellidir.Genç adam koşar adım kumarhaneye gider ve rulete yönelir.Çok düşünecek bir şey yoktur.Fişi 13 rakamına yatırır.Dev çark döner.Veeeee 13!!

Evet şansı dönmüştür! Yatırdığı 5 dolara karşılık 36x5 = 175 dolar almıştır.Fakat bu daha başlangıçtır.Bütün parasını tekrardan 13 rakamına yatırır.Rulet döner...Ve... 13!!!Aman Allah'ım bu bir mucize olmalıdır. 175x5=6.300 doları vardır artık!

Şeytanın bacağını kırmıştır.Parası 6300 dolardır artık.Neyse hazır şansım yanımdayken oyuna devam edeyim der.Yine 13 rakamına yatırır.Top döner ve 13'e tekrar konar! Güm! Yine 13 rakamı! 6300x36=226.800 $ parası vardır artık.O an için emekli olmuştur artık.Kaybettikleri bir yana hayatı boyunca o kadar parayı bir arada görmemiştir bile.Fakat yetmeeez... 226.800x36=81.604.800 milyon $ hayallerini kurar.Neden olmasın! Bütün ilahlar onun yanında değil miydi ki!?...Ve o gün bu gündü!

Tüm parasını bir kez daha 13'e yatırır.Çark döner...döner..döner...ve...24 gelir.Derin bir sessizlik olur masada.Genç adam 5 dolarlık fiş dahil bütün parasını kaybetmiştir.Masaya öyle bakakalır..Ve çark yine kaldığı yerden dönmeye devam eder.Kumarhane yetkilisi genç adamı odasına bırakmayı teklif eder."Hayır" der genç adam biraz yürüyeceğim diye oradan hüzünle ayrılır.

Ardından sessizce eşinin odasına döner.Genç kadın sorar:

-Nerelerdeydin? Merak ettim.
-Hiç,biraz kumar oynadım.
-Sonuç ne oldu?
-Önemli değil, sadece 5 dolar kaybettim.
-....."

İşte zihinsel muhasebe rasyonel hareket etmeyen insanın kafasında böyle işler.Yaşadığınız olayları -kazançları,kayıpları vs.- kafanızda böyle muhasebeleştirirsiniz.Sonuç; siz kaybedersiniz ve kasa her zaman kazanır.


Kredi Kartı


Plastik para(kredi kartı); zihinsel olarak devalüe edilmiş (zihinsel maliyeti düşürülmüş) paradır.Yani kredi kartıyla alacağınız 500tl değerinde bir ürün elinizde fiziksel olarak tutup gördüğünüz 10 adet 50tl'lik peşin/cash parayla alacağınız 500tl değerindeki aynı ürüne kıyasla size daha az acı yaşatır.Bankaların kredi kartlarına  "harcadıkça kazan!" veya "Harcadıkça çip paranız,puanınız biriksin!" safsataları/reklam kampanyaları bu duruma birer örnektir.

•Para ödemek acı bir ilaçsa, kredi kartı tatlandırıcıdır.
•Ödeme tutarı ve zamanını erteleyerek satın almanın keyfini arttırır.
•Borç ve harcama arasındaki ilişkiyi koparır.
•İdeal ödeme sistemi ödeme ve tüketim arasındaki ilişkiyi koparandır.
•Ödeme, Satın almanın zevkini azaltmamalıdır.
•Ödemenin yaratacağı “acı” stoklanmamalıdır.
•Satın almanın verdiği mutluluk ve ödemenin verdiği hüzün bir aradadır.
•Bu durum, daha çok harcamayı engellediği için iyidir.
•Ama satın almanın verdiği mutluluğu azalttığı için kötüdür.
•Bir ürünü satın aldığınızda duyduğunuz keyif, ona ödeme yapmanın yarattığı psikolojik maliyet tarafından düşürülür.
(Dr.Prelec)
•Satıcılar ve pazarlamacılar fiyatlama ve ödeme sistemlerini değiştirebilirler ve “ödeme “konusunu unutturabilirlerse, alış-verişin/tüketimin verdiği dayanılmaz ağırlık hafifler.
•Pek çok tüketici sabit ücreti tercih eder. Ne kadar yararlanırlarsa yararlansınlar ne ödeyeceklerini bilirler.

Finansal kararlarda Kayıptan Kaçınmanın Yarattığı Kayıplar

•Mutlak kaybı engellemek için daha büyük risk alma eğilimi doğar.
•Garantili bir mebla var ise, onu kaybetmemek için daha tutucu kararlar alınabiliyor.
•Kumar oynayanlar, kaybettikçe bahsi yükseltirler.
•Hisse senedi “oynayanlar”, ellerindek, hisse değer yitirdikçe daha düşük fiyattan daha çok hisse almaya başlarlar.
•Yatırımcılar zarar ettikçe, zararlarını kurtarmak için daha riskli yatırım araçlarını da portföylerine dahil etmeye başlarlar.
• Zararı realize etmek (muhasebeleştirmek) bazen gereklidir.
•Hep kazanan yatırımları değil, zarardakileri de satmak lazım.Kararsız Kalmak ve Statükoyu Sevmek
•Arasından seçilecek liste ne denli uzun ise, karar vermek güçleşiyor ve statükoyu korumak bazen klasik karar oluveriyor:
hiçbirini seçmek!

•Mevcut durum rahattır, durumu değiştirmek ise çok zordur:
–Yeni Yatırım yapmak ya da yapmamak
–Yeni araba almak ya da almamak
–Evlenmek ya da evlenmemek
–İş değiştrmek ya da aynı işinize devam etmek

•Öte yandan sahip olduğunuz şey zaten çok değerlidir.(Statüko)
•Kararsız kalmak da bir karardır ve de maliyetlidir.
•Statükonun(mevcut durumun) devamının her zaman bir fırsat maliyeti vardır.
•Statüko noktasından karar vermeye başlamayın. Sıfır noktasında olduğunuzu düşünün.

Çapa Atma ve Onaylama Hataları
•Çapa atmak: Aslında kararınızda etkili olmaması gereken bir bilgiyi aşırı önemsemektir.
•Onaylama hatası: önyargılarınızı ya da ilk görüşlerinizi destekleyen, onaylayan bilgileri aramak, onları görmek ve onlardan aşırı etkilenmek.

Çapa Atmak:
•Alışveriş yapanların büyük bölümü ilk beğendikleri şeyi alırlar.
•Ayakkabı deniyorsanız, ilk denediğinizin şansı yüksektir.
•Sahip olduğunuz araba ile ilgili iyi haberleri atlamazsınız.Kötü haberleri ise es geçersiniz.
•Konut alımlarında başkalarının alım fiyatları kafanızdaki fiyatı sabitler/çapalar.
•Aldığınız hisseyi artacağı öngörüsüyle düşüğe satmak istemezseniz.
(Zarar stopunu kullanamayıp olası daha büyük zararlardan kaçınamamak.)
•İnsanlar duymak istediklerini duyarlar.
•İnançlarını destekleyen verileri ön plana çıkarırlar. Algıda seçicilik olur ve bu durum hata katsayısını arttırır.

Ego Tuzağı
•Kendinizi tanıyınız.Zayıf yönleriniz,güçlü yönleriniz nelerdir, iyi analiz ediniz.
•Tahminlerinize çok güvenmeyin, biraz esnek olun.Her zaman yanılabileceğinizi göz önünde bulundurun.
•Önemli bir karar anında ikinci bir opsiyonunuz/planınız her zaman olsun.

Sürü Psikolojisi

•“Herkes böyle diyor/düşünüyor!" diye bu böyledir ve olacaktır varsayımına inanmayın.Herkes haklıysa madem neden dünyanın yarı serveti bir avuç insanın elinde sorusunu sorun kendinize.
•Geçmiş performans her zaman geleceği doğru göstermeyebilir.Her çıkışın bir inişi/düzeltmesi, her inişin bir çıkışı/düzeltmesi vardır.
•Genel trende uymaya çalışın.Ona karşı durmayın trenin önünde durmaya çalışan biri gibi.
•Piyasayı tek başınıza alt edemeyeceğinizi unutmayın.
•İnsanlar, kendilerinden emin olmadıklarında başkalarını takip ederler.
•Ne yapacağınızı bilemiyorsunuz, kriz var: çoğunluk ne yapıyor?
•Sürü her zaman doğru yere gitmez

Yararlanılan Kaynaklar
•Yatırım Psikolojisi (The Psychology of Investing) , John R. Nofsinger / Çeviri: Yrd.Doç.Dr. Sümeyra Gazel
•Davranışsal Finans,Yazar: Murat Kıyılar , Murat Akkaya
•Saçmalam:Bireysel Yatırımcıların Nasıl Davranacakları Belli Olmaz! - Dr. Hakan Özerol
6  Local / Ekonomi / Great Capitol Hill Çocuk Bakım Kooperatifi Krizi (Yaşanmış Bir Krizin Anatomisi) on: March 29, 2019, 08:56:44 AM


Öncelikle geçmişte bir kurum içerisinde yaşanmış bu gerçek finansal kriz hikâyesi Joan ve Richard Sweeney tarafından yazılan ve 1978’de “Monetary Theory and the Great Capitol Hill Baby-sitting Co-op Crisis” (Para Teorisi ve Great Capitol Hill Çocuk Bakım Kooperatifi Krizi) başlığıyla yayınlanan bir makalede yer almıştır. Ben bu makaleyi ilk önce Paul Krungman’ın kitabında görmüştüm ve çok ilgimi çekmişti.Finansal okur yazarlık ve farklı iktisadi bakış açılarına faydalı olacağını düşündüğüm için sizlerle böyle bir yazı paylaşma gereği duydum.Bununla birlikte bu yazıda günümüzde yaşanan belli krizlerle korelasyon kurulmaya da çalışılmıştır.Umarım faydalı olur.Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

Bu makaleyi yazan çift  (Joan ve Richard Sweeney) 1970 yılında bir çocuk bakım kooperatifinin üyesiydiler.Bu dernek daha çok ABD'de kongrede muhtelif işlerde çalışan ve birbirlerinin çocuklarına bakmak isteyen genç çiftlerin oluşturduğu bir oluşumdu.Yaklaşık 150 çiftten oluşan bu özel kooperatif alışılmadık büyüklükteydi, yani hem çok sayıda potansiyel çocuk bakıcısı bulunuyordu hem de bu kuruluşu yönetmek -özellikle de her çiftin adil bir katkı koymasını güvence altına almak- önemli bir işti ve ciddi sorumluluk gerektiriyordu.

Benzeri birçok kuruluş gibi Capitol Hill Kooperatifi de sorunu extra kupon basarak çözüyordu. Bu kuponlar hamillerine bir saat çocuk baktırma hakkı veriyordu. Çocuklara bakıldığında, bakanlar çocuklarına baktıkları çiftlerden bakma süresine uygun sayıda kupon alıyorlardı.Sistem, yapısı gereği görevden kaçılmamasını sağlıyor ve her çiftin zaman içinde çocuğuna baktırdığı süre kadar çocuk bakmasını otomatik olarak güvence altına alıyordu.

Haliyle bu tarz bir sistemde yeterli miktarda kuponun dolaşımda olması gerekiyordu. Arka arkaya birkaç gece dışarı çıkmayacak olan ve acil dışarı çıkma planı bulunmayan bazı çiftler gelecek için yatırım amaçlı rezerv kupon biriktirmeye çalışacaktı. Bu birikim diğer çiftlerin rezervlerinin giderek tükenmesiyle karşılanacaktı ama zaman içinde ortalama olarak her çift büyük bir olasılıkla bebek baktıkları geceler arasında çeşitli geceler dışarı çıkabilmek için yeterli kupona sahip olmak isteyecekti. Capitol Hill kooperatifinde kupon basımı karmaşık bir işti: Kooperatife katılırken kupon alan çiftler, ayrılırken kuponları geri vermek, ama aynı zamanda çalışanlara ise bu kuponla ödeme yapmak zorundaydı. İşte günün sonunda kupon biriktirme sevdasıyla kooperatifin ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar az kuponun dolaşımda kaldığı bir dönem geldi. Sonuç çok ilginçti ve sistem bir anda tıkanmıştı. Kupon rezervlerinin yetersiz olduğunu düşünen çiftler çocuk bakmak için sabırsızlanıyor ve dışarı çıkmak istemiyordu. Ama bir çiftin dışarı çıkma kararı diğerinin çocuk bakma fırsatıydı; dolayısıyla çocuk bakma fırsatı bulmak zorlaştı, bu da çiftlerin özel durumlar dışında rezervlerini kullanmakta daha da isteksizleşmesine yol açtı, sonuçta çocuk bakma fırsatı daha da azaldı.

Özetle kooperatif durgunluğa girmişti.Şimdi okyanus ötesinde bir dernekte yaşanan bu krizin küresel anlamda yaşanan diğer krizlerle ne alakası var diyeceksiniz haklı olarak?Nobel ödüllü ekonomist Paul Krungman’ın da vurguladığı gibi “İster küresel hava koşulları, ister küresel ekonomi olsun, herhangi bir karmaşık sistemi anlamanın tek yolu modellerle çalışmaktır, yani sistemin nasıl çalıştığını anlamanıza yardımcı olacağını umduğunuz basitleştirilmiş sistem örnekleriyle”.Keza bu dernekte bunlardan biri.Çünkü Capitol Hill çocuk bakım kooperatifi ufak bir ekonomi modeliydi.Fakat yaşanan şey gerçek bir durgunluktu, diğer büyük/küresel çaptaki ekonomilerde olduğu gibi.

Bunun yanında bilindiği üzere iktisat biliminde kullanılan teorik modeller temelde kafa karıştırıcı ve bazen mantık dışı gelebilecek matematiksel kurgulardır ve çoğunlukla bu Capitol Hill hikayesinden de çok daha karmaşıktır; fakat verdikleri dersler genellikle Capitol Hill kooperatifi gibi basit hikayelere de uyarlanabilir. Şöyle ki hikayenin içerdiği iki önemli konuyu ele alalım: Bunların biri durgunlukların nasıl oluştuğu, diğeri ise durgunluklarla nasıl baş edileceğidir.

İlk sorumuz, çocuk bakım kooperatifi niçin durgunluğa girdi? Bunun sebebi tabiki de kooperatif üyelerinin kötü çocuk bakmaları değildi, belki iyi bakıyorlardı belki de kötü bilemeyiz.Asıl sorun kooperatifin üretim yeteneğinde değil, yalnızca “fiili talebin” eksikliğindeydi: İnsanlar nakit biriktirmeye (çocuk bakım kuponları) çalıştıklarından reel mallara (çocuk bakım süresi) çok az harcama yapıyorlardı. Buradan gerçek dünya için çıkarılacak ders şudur: Devresel bunalımlar karşısındaki savunmasızlığınız gerçek ekonomik gücünüz veya zayıflığınızla ya çok az ilgilidir ya da hiç ilgili değildir; iyi ekonomilerin başına da kötü şeyler gelebilir, geçmişte de geldiği ve gelecekte de gelebileceği gibi.

İkinci sorumuz ise bu durum,ekonomik durgunluk nasıl çözülmeliydi? Sweeney’ler makalelerinde Capitol Hill kooperatifinde çoğunlukla avukatlardan oluşan yönetim kurulunu sorunun aslında kolayca düzeltilebilecek teknik bir sorun olduğuna ikna etmenin epeyce güç olduğunu belirtiyorlar. Kooperatif yöneticileri sorunu önce, iktisatçıların “yapısal” diye adlandırdığı, doğrudan harekete geçmeyi gerektiren türden bir sorun olarak ele aldı: Tüm çiftlerin her ay en az iki kez dışarı çıkmasını şart koşan bir kural koydular. Fakat günün sonunda iktisatçılar galip geldi ve kupon arzı artırıldı. Sonuçlar inanılmazdı: Daha büyük kupon rezervleriyle çiftler dışarı çıkmaya daha istekli hale geldi, çok daha fazla çocuk bakım fırsatı yarattılar, bu da çiftlerin daha fazla dışarı çıkmak istemesine yol açtı ve bu böyle devam etti. Kooperatifin GSÇBH’sı -gayrisafi çocuk bakım hasılası, bakılan bebek birimleriyle ölçülür- hızla yükseldi. Bu çözüm çiftlerin daha iyi çocuk bakıcıları haline gelmeleri nedeniyle ya da kooperatifin köklü bir reform sürecinden geçmesi yüzünden gerçekleşmedi; sorun yalnızca parasal darlık düzeltildiği,para/kupon arzı arttırıldığı için çözüldü. Diğer bir deyişle, durgunluklarla sadece para basılarak mücadele edilebilir ve bazen (genellikle) şaşırtıcı bir kolaylıkla giderilebilir.

Elbette küçük bir ülkenin ekonomisi bile bir çocuk bakım derneğinden çok daha karmaşıktır.Daha geniş bir dünyada insanlar yalnızca günlük zevkleri için değil, geleceklerine yatırım yapmak için de para harcar (kooperatif üyelerini çocuk bakım işinde değil de çocuk parkı yapımında çalıştırdığınızı düşünün). Ve büyük dünyada aynı zamanda bir sermaye piyasası vardır, burada nakit fazlası olanlar bunu paraya o anda ihtiyaç duyanlara faiz karşılığında ödünç verebilir. Fakat işin esasları aynıdır: Durgunluk normal olarak halkın bir bütün olarak nakit biriktirmeye çalışmasından (ya da yaptığı yatırımlardan daha fazla tasarruf etmeye çalışmasından ki bu aynı şeydir) kaynaklanan bir sorundur ve normal koşullarda yalnızca daha fazla kupon veya para basılarak giderilebilir.

Kupon basan kuruluşlar modern dünyada merkez bankası diye bilinir: Federal Reserve, Avrupa Merkez Bankası, Japonya Merkez Bankası, TCMB vb. Ve gerekli olduğunda nakit ekleyerek ya da azaltarak ekonomiyi dengede tutmak onların görevidir.

Peki, bu iş bu kadar kolaysa, niçin ekonomik çöküşler yaşıyoruz? Merkez bankaları niçin daima tam istihdamı korumamıza yetecek kadar para basmıyor?

İkinci Dünya Savaşından önce politika üreticileri gerçekten de ne yapmaları gerektiğini bilmiyordu. Bugünlerde ise, Milton Friedman’dan başlayarak solcu iktisatçılara varıncaya dek tüm iktisatçılar yelpazesi Büyük Bunalımın fiili talebin çöküşünden kaynaklandığı ve Federal Reserve'in bu çöküşle büyük miktarlarda para enjeksiyonuyla/basımıyla mücadele etmiş olması gerektiği fikrinde birleşiyor.

Fakat bu o tarihte kesinlikle bilinen bir yaklaşım tarzı değildi. Hatta tanınmış çoğu iktisatçı, bunalımı ekonomide daha önceden oluşan üretim fazlalarının kaçınılmaz sonucu olarak gören ve hatta bunu sağlıklı bir süreç olarak değerlendiren bir tür ahlaki kaderciliğe saplanmıştı: Joseph Schumpeter, “iyileşme yalnızca kendi başına oluşursa sağlıklıdır,” diyordu. “
Çünkü yalnızca suni etkilerle oluşan her canlanma bunalımın neden olduğu sorunların bazılarını çözümsüz bırakır ve henüz giderilmemiş bir uyumsuzluğa, giderilmediği takdirde ekonomiyi yeni veya daha kötü bir krizle tehdit edecek bir uyumsuzluk ekler.

Bu tür bir kadercilik savaştan sonra ortadan kayboldu ve bir kuşak boyunca çoğu ülke dikkate değer bir başarıyla devresel/konjonktürel bunalımı aktif biçimde denetim altında tutmaya çalıştı; durgunluklar ılımlıydı ve genellikle çok sayıda istihdam alanı vardı. 1960’ların sonuna gelindiğinde çoğu kişi devresel bunalımların artık önemli bir sorun olmadığını düşünmeye başladı; hatta Richard Nixon ekonomiye “ince ayar” yapmayı vaat etti.

Bu bir böbürlenmeydi ve tam istihdam politikalarının trajik kusuru 1970’lerde açığa çıktı. Eğer merkez bankası yaratılabilecek istihdam konusunda fazlasıyla iyimserse, dolaşıma çok fazla para çıkarırsa sonuç enflasyondur. Ve enflasyon halkın beklentilerine derin bir biçimde yerleştikten sonra ancak yüksek bir işsizlik dönemi aracılığıyla sistemden kopartılıp atılabilir. Buna bir de fiyatları aniden yükselten -petrol fiyatlarının ikiye katlanması gibi- bazı dışsal şoklar eklendiğinde, Bunalım boyutunda olmasa bile, çok can sıkıcı ekonomik çöküşlere davetiye çıkarılabilir.

Fakat 1980’lerin ortasında enflasyon makul düzeylere inmişti, petrol arzı yüksekti ve merkez bankacılar sonunda ekonomiyi yönetmenin yordamını kavramış görünüyorlardı. Hatta olan kötü şeylerin, hiçbir işe yaramadıysa bile sonunda bu işe yaradığı şeklinde bir anlayışı güçlendirdiği düşünülüyordu. Örneğin 1987’de ABD borsası çöktü -bir günlük düşüş 1929 çöküşünün ilk gününün düşüşü kadar kötüydü.

Fakat Federal Reserve sisteme nakit pompaladı, reel ekonomi yavaşlamadı bile ve Dow Endeksi kısa sürede düzeldi. 1980’lerin sonunda merkez bankacılar enflasyonda küçük bir yükselme olmasından korktular, gelişen durgunluğun işaretlerini gözden kaçırdılar ve onunla mücadelede sınıfta kaldılar; ama bu durgunluk George H. W. Bush’un işini kaybetmesine neden olurken, sonunda bilinen ilaçla tedavi edildi ve ABD yeni bir sürekli genişleme dönemine girdi. 1990’ların sonlarında, devresel bunalımın tümüyle ortadan kalkmadıysa bile en azından etkin bir biçimde dizginlendiği rahatlıkla söylenebilirdi.Ta ki 2008 Küresel Krizine kadar.Şimdi de benzer bir döngünün içerisindeyiz.Önce parasal genişleme ardından birikim ve çöküş sarmalı ve devam eden Kapitalist düzen. Her ne kadar bu sistem içerisinde krizler çözülmüş bile görünse de aslında o çözüm yeni bir krizin fitilini ateşlemektedir her zaman.

 

“Kitaplarım, onları yazarken içtiğim tütünün bile parasını karşılamadı.” der Karl Marx.


En son 2008 yılında yaşadığımız küresel krizden sonra Bernanke’nin yorumunu da unutmamak lazım:
“Merkez bankaları durgunluğa karşı gerekirse helikopterden para saçmalı!”


Ben Shalom Bernanke, 2006-2014 Amerika Birleşik Devletleri'nin merkez bankası başkanı olarak iki dönem
görev yapan Brookings Enstitüsü'nde Yahudi asıllı bir Amerikalı ekonomist. Görev süresi 2009'da dolmasına karşın
ABD Başkanı Barack Obama tarafından görev süresi uzaltılmıştır.



Yararlanılan Kaynaklar

Joan ve Richard Sweeney tarafından yazılan ve 1978’de “Monetary Theory and the Great Capitol Hill Baby-sitting Co-op Crisis” (Para Teorisi ve Great Capitol Hill Çocuk Bakım Kooperatifi Krizi) makale

Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz - Paul Krugman

Das Kapital - Karl Marx

Modern Para Teorisi - Prof.Dr. İlker Parasız

7  Local / Ekonomi / Swap Faizleri Nedir? Bist ile İlişkisi Nedir? (İnceleme Yazısı) on: March 28, 2019, 10:41:44 AM


Malum son günlerde Londra piyasasındaki usd-tl swap faizleri %1000 seviyelerini aştı.Akabinde Bist 100 ağustos 2016'dan bu yana günlük en büyük %6 ile değer kaybı yaşadı.Peki bu swap faizlerinin bist 100 ile ilişkisi nedir? Konuyla ilgili belli platformlarda belli açıklamalar yapılmış olsa da "Ekonomi" başlığında konuya vakıf olmayanları da göz önüne alarak dilim döndüğünce derleyici bir inceleme yazısı yazma gereği duydum.Buyrunuz:

Öncelike swap kelime anlamı olarak değiş-tokuş yani takas demektir.Günümüzde ise bir türev piyasa işlemi olarak geçmektedir.Örneğin diyelim ki elinizde Tl varsa onunla direkt dolar almanızın bir maliyeti yoktur elbette.Fakat elinizde tl yoksa ve bunu ödünç/borç alıp karşılığında dolar ile swap/takas ederseniz bunun bir maliyeti haliyle olacaktır.Çünkü borç alıyor ve aldığınız o borçla (tl) başka bir para birimi üzerinden (dolar) spekülasyon yapıyorsunuz.İşte bu noktada swap faizi de tl’si olmayan birinin tl alıp onu açığa satıp(shortlayıp) dolar almasının maliyeti olarak belirlenmektedir.

Shortlamak veya longlamak kafanızı karıştırmasın.Longlamak, bir şeyi yükseleceğini öngördüğünüz için satın almaktır.

Shortlamak ise elinizde olmayan bir şeyi düşeceği öngörüsü üzerine satmak demektir.Elinizde olmayan bir şeyi de satamayacağınıza(short yani açığa satamayacağınıza) göre onu öncelikle ödünç almanız gerekecektir.

Swap işlemine örnek olarak diyelim elinizde (bu bir banka da olabilir tabi) Amerikan doları varlığınız var ve Türk Lirası cinsinden borcunuz var.Aynı zamanda amerikan dolarının, TL karşısında değer kazanmasını bekliyorsunuz ne yapabilirsiniz? Bu durumda yapabileceğiniz ilk şey amerikan dolarlarınızı TL'ye çevirerek borcunuzu ödemek olacaktır.Fakat bu durumda eğer gerçekten amerikan doları, TL karşısında değer kazanırsa belirli bir kayba uğramak olasıdır.Oysa swap yaparak bu olası kötü senaryoyu önleyebilirsiniz.Şöyle ki ; bulacağınız bir alıcıya siz o günkü parite üzerinden dolarlarınızı verip karşılığında TL alırsınız. Aldığınız tl ile borcunuzu ödersiniz.Karşı tarafla amerikan dolarının faizini, TL'nin faizini ve vadeyi belirlersiniz.İşlemin vadesi geldiğinde anlaşılan faizler üzerinden karşı taraf size dolarınızı geri öder siz de yine karşı tarafa olan tl borcunuzu ödemek için o günkü parite üzerinden elinizdeki dolar ile tl alırsınız ve borcunuzu ödersiniz.Kısaca bu işlemi yaparak doların yükselmesinden uğrayabileceğiniz kaybı bertaraf etmiş olursunuz.Genelde türev piyasalarda yapılan swap işlemleri bu şekilde süregelmektedir.


Bu açıklamalardan sonra swap ile Bist ilişkisine dönecek olursak...


İşte bu noktada Londra'daki bankalar (ve bireysel yabancı yatırıcımlar) geçtiğimiz günlerde ellerindeki tl portföyünü satıp dolara döndüler.Fakat bu bankaların gerek başka Türk bankalarına olan tl ödeme yükümlülükleri, gerekse Türkiye'deki riskleri göz önüne alarak daha önceden gerçekleştirdikleri swap işlemlerini iptal etmek istemeleri (swap'a örnek verirken vurguladığımız üzere, yabancı bankalar tl alıp Türk bankalara dolar veriyordu) sebebiyle Türk bankalarına tl ödeme yapma gereklilikleri sebebiyle tl fonlamaya ihtiyaç duydular. Ancak TCMB'nin almış olduğu kararlarla tl likiditesi kısıtlanmıştı ve likidite eskisi kadar bol değildi.Bu genelde nadir görülen bir savunma durumuydu ve Türk lirası bir anda değerlendi, çünkü bir çok banka eski swapları geri döndürmek için tl ye ihtiyaç duyuyor ama piyasada ise bol miktarda tl bulunmuyordu.Bu oluşan aşırı talep karşısında tl bulabilmek adına tl'ye ödeyecekleri faizi arttırdılar ve bu işlemleri Türk bankaları ile yaptılar. Ancak Türk bankaları tüm ihtiyacı karşılayacak kadar fonlama veremiyorlar.(Malum BDDK'nın yerli bankalara koyduğu sermaye sınırlaması durumundan ötürü).

Dolayısıyla Londra'da tl'ye ihtiyaç arttıkça tl'yi almak için ödenmesi gereken faiz her geçen gün artmakta.Özellikle seçim öncesi yaşanan bu durum kısa vade için dolar kurunu düşürme yönünde olumlu gözükse de, uzun vadede yabancı yatırımcıyı ülkemize küstüreceğini düşünüyorum.

Bir başka ifadeyle tl’nin dolar karşısında düşüşüne spekülatif oynayan yabancı yatırımcı fena halde ters köşe oldu."Oh daha beter olsun bu dış mihraklar!" diye düşünebiliriz ama maalesef kazın ayağı öyle değil saygıdeğer arkadaşlar.Kaldı ki Merkez Bankasının (TCMB) tl'nin yabancıya likidete vanasını kısması ve yukarıda da belirtildiği üzere BDDK'nın yerli bankaların swap işlemlerinde sermayesinin en fazla %50 (BDDK'nın son kararıyla %25 seviyesine indirildi) oranında tl borç verme sınırı da bir yere kadar etkili olacaktır.Tam bu noktada sürekli dile getirilen sıcak paraya (yabancı sermayeye) ne kadar muhtaç olduğumuzu unutmamamız lazım.

Kaldı ki Bist 100'de (yerli borsamızda) sermayesi olan yabancı yatırımcı, uluslararası swap piyasalarından tl bulma maliyeti fırlayınca elindeki bu Türk varlıklarını satıp bir şekilde tl bulmaktadır.Yani borsa’da Türk şirketlerine yatırımı varsa onları satar tl bulur ve akabinde borsamız çakılır, keza dün olduğu gibi.Malum ağustos 2016'dan bu yana borsa (bist) en büyük %6 ile düşüş yaşayıp adeta bir rekor kırdı.Günün sonunda olan bize yani yerli firmalara ve de bu firmalarda hissesi olan yerli yatırımcıya (yerli sermayeye) da oldu.
(Sert yükselişin akabinde düşeceği belli olan doların peşinden 2-3 lira kazanayım diye sürü psikolojiyle onu almaya koşan yurdum insanının kaybını saymıyorum bile.Olan maalesef yine yerli küçük yatırımcıya oldu bu süreçte.Bununla ilgili Charles Mackay, Joseph De La Vega yazarlarına ait Ali Perşembe ve Levent Cinemre'nin çevirisiyle "Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı ve Karışıklığın Karmaşası" adlı faydalı bir kitap da mevcut.İlgilenenler okuyabilir.)

Buna ek olarak yabancı yatırımcı borsadaki satışından sonra elinde Türk tahvili varsa gerekirse onu da satar tl bulmak için. Tahvil satılınca da ne olur, tahvil fiyatı düşer, ucuzlayan tahviller de faizi ateşler/dramatik şekilde yükseltir.Peki faiz artarsa ne olur? Borçlanma maliyeti artar ve yatırımlar dışlanır.Diyelim fabrika açacaksınız ve yerli bir bankadan personel,arazi,araç-gereç vb. giderleriniz için borç almanız gerek.Piyasada faizlerin bu şekilde arttığını görünce yatırımınızdan da vazgeçerseniz,yani dışlanmış olursunuz.


Dışlama Etkisi/Crowding Out

Sonuç itibariyle ekonomi hassas dengeler üzerine kurulmuş bir bilim dalıdır.Seçim kaygısıyla günü kurtarmak için terazinin kefeleriyle kafanıza göre oynamaya kalkarsanız ileride oluşacak dengesizliklerle de uğraşmak zorunda kalırsınız ve maalesef ki kalmaktayız.Umuyorum uzun vadede okyanus ötesinden gelen bir twitle veya son dönemde yaşadığımız swap kriziyle borsamız da dahil yerli ve milli paramız bu kadar dalgalanıp bizleri yerimizden hop oturup hop kaldırtmaz(!)


Konuyla ilgili bilgilendirici bir video:
https://www.youtube.com/watch?v=aeCSIvkkP9o
8  Local / Ekonomi / Peter Lynch: Temel Analizin Önemi (Biyagrofi Yazısı) on: September 06, 2018, 08:21:35 AM
PETER LYNCH


İrlanda asıllı Amerikalı yatırımcı, fon yöneticisi ve hayırsever.

1977 ve 1990 yılları arasında Fidelity Investments'da bulunan Magellan Fund'un yöneticisi olarak, Lynch yıllık% 29.2'lik bir getiri sağladı ve sürekli olarak S & P 500 pazar endeksini iki katına çıkararak onu dünyanın en iyi yatırım fonu haline getirdi.Hatta P.Lycnh'in kendi deyimiyle Magellan Fonu 1990'ların ortalarında Yunanistan'ın GDP/Milli Geliri kadardı.

Görev süresi boyunca, yönetim altındaki varlıklar 18 milyon dolardan 14 milyar dolara yükselmiştir.Şöyle ki 1978 yılında Fidelity Magellan fonlarının başına geçtiğinde, fon varlıkları sadece 20 milyon $ idi.1990 yılında emekli olduğunda fon varlıkları 14 milyar $ civarındaydı.

Ayrıca, yatırım üzerine birçok kitap ve makalenin yazarlığını yapmıştır.

Lynch, performans belgesine ilişkin mali medya tarafından sürekli bir "efsane" olarak tanımlanır ve Warren Buffet'ın hocası [Benjamin Graham'ın,
The Intelligent Investor(Akıllı Yatırımcı) adlı kitabının 2003 güncellemesindeki Jason Zweig tarafından "efsanevi" olarak övgüyle bahsedilmiştir.

Peter Lynch 19 Ocak 1944'te Newton, Massachusetts'de doğdu. Lynch yedi yaşındayken 1951'de babasına kanser teşhisi kondu ve üç yıl sonra öldü.Küçük Peter ailesini geçindirmek için çalışmak zorunda kaldı.10-11 yaşlarında golf sahalarında top toplayıcı çocuk olarak çalışmaya başladı.Kendi kaleme aldığı Borsada Tek Başına kitabından o günlere diar bir alıntı:

"Onbir yaşındayken bir golf sahasında oyuncuların sopalarını taşıyarak iş hayatına atıldım.Tarih 7 Temmuz 1955'ti ve Dow Jones 467'den 460'adüşmüştü. Golfa gönül vermiş onbir yaşında bir çocuk için bu ideal bir işti.Golf sahasında yürümek için maaş alıyordum.Tek bir günde haftanın yedi günü her sabah altıda kalkıp gazete dağıtan çocukların toplam kazancından daha fazla para kazanıyordum.Bundan daha iyi ne olabilirdi.Lisedeyken golf takımları taşımanın daha gizli ve önemli yararları olabileceğini keşfettim, özellikle de insan Boston'un biraz dışında yer alan Brae Bum kulübü gibi kaliteli bir yerde çalışıyorsa. Müşterilerimin hepsi büyük kuruluşların yönetim kurulu başkanları ya da genel müdürleriydi. Bu kuruluşların arasında Gillette, Polaroid ve daha da önemlisi Fidelity vardı. D.George Sullivan'ın çimlerin arasında kaybolan topunu bulurken aslında hayatım boyunca yapacağım işi de bulmuş oldum.Büyük şirketlerin toplantı salonlarına giden yolun Brae Bum gibi kulüplerden geçtiğini anlayan ilk golf takımı hamalı da ben değildim.

Eğer hisse senetleri konusunu iyice öğrenmek istiyorsanız borsa salonundan sonra bu iş için en uygun yer golf sahasıydı. özellikle isabetli bir vuruş yaptıktan sonra bizim kulübün üyeleri keyifle son yatırımlarından bahsederlerdi. Tek bir turda verdiğim beş golf öğüdüne karşılık beş hisse senedi tüyosu aldığım olurdu.

Benim hisse senetlerine yatıracak param yoktu, ama çimlerin üzerinde duyduğum hikayeler bana borsanın ailemin öğütlerinin tersine, hiç de korkulacak bir yer olmadığını söylüyordu. Müşterilerimin bir çoğu borsadan para kazanmışlardı, demek ki bu mümkündü. Golf sahalarında çalışan gençler hemen golf oyuncularını bir kast sistemine yerleştirir. Bu golfçüler arasında ender de olsa yarı tanrılar vardır (büyük golfçü, büyük insan, büyük borsacı), sonradan vasat golfçüler ve vasat borsacılar gelir. En alt kastta ise berbat golfçü, berbat insan ve berbat borsacılar gelir ki herkes bu kastın üyelerinden uzak durmaya bakar. Ben genellikle vasat golfçü ve borsacıların takımlarını taşırdım ama bir seçim yapmam gerektiğinde kötü golfçü ama iyi borsacı olan birinin takımlarını taşımayı iyi golfçü ama kötü borsacıya tercih ederdim. Golf sahasındaki işim bana paranın ne kadar yararlı birşey olduğunu bir kez daha anlattı.

..........................................
Şimdi geriye doğru bakınca bir kez daha anlıyorum ki tarih ve felsefe okumak beni borsaya hazırlamakta istatistik derslerinden daha yararlı oldu. Hisse senetlerine yatırım yapmak bilim değil, sanattır ve herşeyi sayı olarak görmek üzere eğitilmiş olan insanlar borsada büyük bir dezavantaja sahiptir. Eğer hisse alım satımında herşey sayılarla açıklanabilseydi herkes bilgisayar başına geçerek zengin olabilirdi. Ama işler böyle yürümüyor.

...........................................
Mantık benim hisse senetleri seçerken en çok işime yarayan ders oldu, çünkü Wall Street'in ne kadar mantıksız işlediğini anlamama yardım etti. Aslını ararsanız Wall Street tıpkı eski Yunanlılar gibi düşünüyor. Eski Yunanlılar günlerce oturup bir atın ağzında kaç diş olduğunu tartışırlarmış. Gidip atın ağzına bakmak yerine tartışarak bir sonuca ulaşabileceklerine inanırlarmış. Bugün bir sürü yatırımcı oturup saatlerce bir hissenin fiyatının yükselip yükselmeyeceğini tartışıyor. Gidip şirketi araştırmak yerine borsa meleklerinin gelip cevabı kendilerine vermelerini bekliyor. Geçmiş yüzyıllarda horozun güneş doğarken öttüğünü gören insanlar güneşi horozun doğdurduğunu zannederlermiş. Şimdi sizesaçma gelebilir ama hergün borsa uzmanları Wall Street'teki iniş çıkışların nedenini bulmaya çalışırken neden ve sonuçları birbirine karıştırıyor ve her gün değişen fiyatlarla ilgili yeni açıklamalar uyduruyorlar: mini etek yeniden moda oldu, bilmem ne takımı beyzbol kupasını aldı, Japonlar kızdı, eğilimler değişti, seçimi Cumhuriyetçiler kazanacak, bilmem hangi hisse senetlerinin hepsi satıldı vs. Bu tip teoriler duyduğumda aklıma hep horoz hikayesi geliyor."  
(Borsada Tek Başına, sy.4-8)


Hayatının sonraki safhalarında Boston College'da 2. sınıftayken Lynch, harçlıklarını Flying Tiger Airlines'ın 100 hissesini hisse başına 8$ karşılığında satın aldı.Aldığı hisseler daha sonra hisse başına 80$ 'a çıkacaktı.

1965 yılında Boston Üniversitesi'nden mezun olan Lynch, tarih, psikoloji ve felsefe okudu ve 1968'de Pennsylvania Üniversitesi'nden Wharton School'da Master of Business Administration kazandı.

Lynch hayat arkadaşı Carolyn Ann Hoff ile evlendi ve Lynch Vakfını kurdu.Ekim 2015'te 69 yaşındaki lösemi komplikasyonları nedeniyle öldü.2006 Boston Dergisi yazısına göre, Lynch'in toplam net serveti 352 milyon dolardı.

Hayırseverliği bir yatırım şekli olarak gördüğünü söyledi.125 milyon dolar değerinde olan Lynch Vakfı, 2013 yılında 8 milyon dolar kazandırdı ve kuruluşundan bu yana 80 milyon dolar hibesi sağladı.Bu vakıf, eğitim, dini organizasyonlar, kültürel ve tarihi organizasyonlar, hastaneler ve tıbbi araştırmaları desteklemektedir.



Peter Lynch & Temel Analize Dair Önemli Sözleri

1. “Eğer bir hisseye yatırım yapmaya hazırlanıyorsanız, neden onu seçtiğinizi ilkokul beşinci sınıf öğrencisinin anlayacağı basitlikte anlatabilmelisiniz ve öyle hızlı anlatabilmelisiniz ki çocuk sıkılmamalı. “

Bir hisseye yatırım yapmadan önce onu mükemmel şekilde anlamak gerekir. Yan sadece bu hisse yukarı gidiyoooorrrrr diye hisse alınmaz demiş.

2.“Her hisse senedinin arkasında bir şirket vardır. O şirketin ne iş yaptığını araştırın.”

Çoğu yatırımcı hisse alım satımı yaparken bunun bir şirket olduğunu unutuyor. Kendinize şirketin yarattığı değerin mutlaka fiyatını ektileyeceğini hatırlatın. Yani araştırmanızı yapın ve gerçekte ne aldığınızı iyi analiz edin.

3. ”Hisse sahibi olmak çocuk yapmak gibidir. Başa çıkabileceğinizden fazlasına bulaşmayın…”

Çiğneyemeyeceğin kadar çok şeyi ısırmaya çalışma. Faaliyetlerini izleyebileceğin kadar şirketle ilgilen demiş kısaca. Unutulmamalıdır ki portföyde ne kadar şirket olduğu değil, ne kadar büyüdükleri önemlidir.

4. “Hisseler piyango bileti değildir. Hepsinin arkasında bir şirket vardır.”

2. maddeye benzer bu madde. Hisse almak o kadar kolay ki artık neyi aldığını unutmaya başladı insanlar. Ne aldığını bilmeden kura çeker gibi işlem yapanlar var.

5. “Bu işte iyiyseniz, on kararın altısında haklı çıkarsınız. Asla on kararın dokuzunda haklı olamayacaksınız!”

Yatırımda mükemmellik yoktur. Eğer kaybetmeyi göze almazsanız baştan kaybedersiniz. Başarılı bir yatırım kayıplarla başa çıkmaya bağlıdır, tıpkı hayatta olduğu gibi. Zarardan erken kurtulmak ve onlardan ders alıp yola devam etmek esas olandır.

6. “En çok taşın altına bakan insan kazanır. Bu her zaman benim felsefem olmuştur.”

Yatırımızın iyiliği, yaptığınız araştırmanın derinliği ile ilgilidir. Yatırım yaptığınız şirketi ne kadar iyi anlarsanız, başarı şansınız o kadar artar.

7. ”Altına hücum yıllarında çoğu altın arayıcısı para kaybetti. Fakat onlara kazma, kürek, çadır ve pantolon (Levi Strauss)  satanlar çok güzel kârlar elde ettiler.

Eğer ok iyi giden bir iş kolu görürseniz, onun tedarikçilerine de bakın.

8. “Hisse yatırımı yapmanız için gereken matematik bilgisi sadece ilkokul dördüncü sınıf düzeyindedir.”

Yatırım bir roket bilimi değildir. öyle olsaydı tüm ekonomi profesörleri milyarder olurdu. Peter Lynch’in kullandığı rasyonlar (PEG gibi) çok basit ve kullanması kolaydır.

9. “Doğuştan yatırımcı olmak sadece bir masaldır.”

Konu yatırımcılık olduğunda çok çalışmak ve disiplinli olmak en önemli erdemlerdir.

10. “Ne kadar basitse, o kadar çok severim.”

Peter Lynch iş modelinin ve yatırım planının basit olması gerektiğine inanırdı. Her zaman yatırım yaparken bunu göz önünde bulundururdu.

Warren Buffet ile arasındaki farkı ise kendi deyimiyle: "Warren Buffet yatırım fırsatı bir hisse bulduğunda, şirkette dahil bütün hissleri almaya çalışır.Ben ise bir bölümünü alır,bu tarz hisselerden çeşitli sepet yaparım."



KAYNAKLAR

Borsada Tek Başına, P. Lynch

Kazanmayı Öğren, P.Lynch

Akıllı Yatırımcı, A.Graham

https://www.valuewalk.com/peter-lynch-resource-page/
https://www.investopedia.com/university/greatest/peterlynch.asp
https://www.lattedenborsaya.com/2017/06/22/unlu-yatirimci-peter-lynch-sozleri/ (sözlerin alıntılantığı kaynak)

9  Local / Ekonomi / ANALİZ: Kaydi Para Nedir? Nasıl Yaratılır? on: September 03, 2018, 06:48:55 AM


Kaydi paranın tarihine baktığınızda Orta Çağ'a kadar uzandığını görürsünüz.Orta Çağ döneminde kullanılmakta olan ve baz para diye nitelendirilen değerli maden altındır.Altının saklanması,taşınması vb. işlemlerin zor olmasından dolayı insanlar ellerinde bulundurdukları paraları yani altınlarını döneminin sarraflarına emanet etmeye başlamışlardı.Bu emanet edilen altınlar karşılığında ise sarraflar,altın sahiplerine,üzerinde değeri yazılı kağıt parçaları vermeye başladılar ve artık altın temelli sertifika sahipleri ihtiyaçlarını altın ile değil, ellerinde bulunan bu kağıt parçaları ile karşılamaya başladılar.Çünkü bu kağıt parçaları, altının taşıma ve saklama maliyetlerinden çok daha uygundu.

İlerleyen zamanlarda bu sarraflar (genellikle Yahudiler) bir durumu farkettiler.O da altın sahipleri sarrafların verdikleri sertifikalar ile istedikleri zaman emanette duran altınlarını değiştirebilecekleri halde bunu pek sıklıkla yapmıyorlardı ve sarrafların kasalarında bulunan altın miktarı her geçen gün artıyordu.Örneğin bu altın stokunun artması Haçlı Seferleri sırasında çokça görülmüştür.Çünkü bu seferler sonucunda altınını sarrafa bırakan bir şovalye veya bir landlord(derebey) bir daha geri dönemediği için haliyle sermaye birikimi el değiştirerek bu sarraflara geçmişti.İşte o dönemin sarrafları ise bu durumdan istifade ettiler ve ayrıca ellerinde bulunan altın miktarına karşılık gelecek sertifikalardan daha yüksek değerde sertifikaları piyasaya sürmeye başladılar.

Yine bu durumu günümüz ölçütleri ile değerlendirecek olursak; diyelim 1 kg altına karşılık üzerinde 10.000 TL itibari değerinde bir sertifikanın piyasada dolaşması gerekiyor iken sarraflar fark ettikleri bu tarihi fırsattan ötürü artık piyasada 1 kg altına karşılık 50.000 TL değerindeki kağıt parçalarını sisteme dahil ederek piyasayı kendi lehlerine şişirmeye başladılar.Bu da ekonomi açısından çok ciddi bir durumdur ki dönemin sarrafları günümüz Merkez Bankalarının görevini yani para basma işlevini üstlenmişlerdi.Altına dayalı sertifika sistemindeki altın karşılığı olmadan piyasada dolaşan ve para diye nitelendirilen bu kağıt parçaları aslında bir nevi Kaydi Para sürecinin miladı/başlangıcı olmuştur.Kaldı ki o dönem itibariyle Hıristiyan birinin para alım-satım işlemi üzerinden faiz alarak tefecilik yapması Kilise için aforoz edilme sebebiydi.Fakat bu yasak Yahudiler için geçerli değildi ve onlar bunu çok iyi kullanarak dönemin krallıkları ve hatta kilisesi üzerinde nüfuz sahibi oldular.

Sonuçta Orta Çağ'dan günümüze dek bu sistem sadece belli aktörler,kurumlar ve isimler değişerek devam etmiştir.Başta mevduat bankaları bu kaydi para yaratma mekanizmasının aktif rol üstlenicileri olmuş, Merkez Bankaları'da oluşan bu sistemi sübvanse etmiştir.

Peki bu kaydi para bu gün nasıl yaratılıyor derseniz ona da bir göz atalım.

KAYDİ PARA YARATMA SÜRECİ

Diyelim Ahmet'in üzerinde belli sebeplerden ötürür taşımak istemediği ve dolayısıyla da herhangi bir bankanın mevduat hesabına yatırmak istediği 1000 tl'si olduğunu ve bu mevduat bankasının ise Merkez Bankasına yatırmakla yükümlü olduğu zorunlu karşılık oranının ise %20 olduğunu kabul edelim.

Ahmet bu noktada 1000 tl'sini mevduat hesabına yatırdığında banka da bu paranın 200tl sini zorunlu karşılık olarak Merkez Bankasına yatırmak zorundadır.Ahmet'in bankada bulunan parası 1000 TL iken bankada reel olarak bulunan miktar artık 800 tl'dir. Daha sonradan bir başka müşteri gelsin, adı da Mehmet olsun diyelim.Şimdi Mehmet kardeşimiz bu bankadan kredi çekmek istiyor ve istediği miktar 800 tl olsun.Şimdi 800 tl'lik krediye ihtiyacı olan Mehmet'e de bu kredi bu banka tarafından verilsin.Artık çekilen kredi tutarı Mehmet'in mevduat hesabına yatırılmıştır.Bu demektir ki Mehmet'in mevduat hesabında da 800 TL bulunuyor ve banka bu mevduat için de Merkez Bankasına %20 oranında bir zorunlu karşılık yatırmak zorundadır. Karşılık yatırıldıktan sonra bankanın elinde bulunan reel miktar (800x0,2=160),(800-160=) 640 tl olacaktır.İşte bu sarmal,ana paranın zorunlu karşılık oranı tarafından emilip sıfır olana kadar devam eder.

Dikkat edilmesi gereken konu şudur;bu işlemler sonucu Ahmet'in 1000 tl'si ve aynı zamanda Mehmet'in de 800 tl'si bulunmaktadır. Yani toplamdaki para miktarı 1800 TL olmaktadır. Bulunmasına bulunuyor fakat banka bu işlemleri gerçekleştirirken sadece Ahmet'in 1000 TL si ile gerçekleştiriyor. Elde 1000 TL varken kredi mekanizması aracılığı ile yaratılan ve ana paranın zorunlu karşılık oranı tarafından emilmesine kadar sürdürülebilecek bu süreç sonunda varmış gibi gözüken para aslında Kaydi Para'dan başka bir şey değildir.

Bu sürecin nereye kadar devam edeceğini bir formül yardımıyla anlatalım:

A: Anapara  

R: Zorunlu Karşılık Oranı

Formül: [(1/R)xA]


Formül bize mevduat hesabına yatırılan ana para miktarı ile maksimum ne kadar Kaydi Para banka tarafından yaratılabilir sorusunun cevabını vermektedir.

Örneğimizde de görüldüğü üzere: A=1000 R=0,2 iken [(1/0,2)x1000]=5000 TL , yani Mehmet'in 1000 tl'si kredi mekanizması aracılığı ile ek olarak 4000tl+1000tl parayı piyasaya sürebiliyor.Arada oluşan 4000tl'lik fark ise "Kaydi Para" olarak nitelendirilmektedir.Orta Çağ'da bizim sarrafların yapmış olduğu gibi..

Bununla birlikte Kaydi Paranın varlığını bankaların, kredi/mevduat oranının 1.00'ın üzerinde olmasıyla anlarız ki buna da Kaydi Para Çarpanı denir.


ALL THE MONEY IN THE WORLD


Şimdi dünyada oluşan toplam para dönüşümüne baktığımızda enteresan bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz.Bu arada yukarıdaki görselde paylaşılan rakamlar değişkenlik gösterebilir.O noktaya takılmayınız lütfen.Bilakis en solda oluşan Global Debt Obligations, yani Küresel Borç Yüküne baktığımızda aslında Kaydi Para Yaratma Sürecinin geldiği durum gözler önüne serilmektedir.Aslında ortada fiziksel herhangi bir para yoktur.Sadece alacak-borç ilişkisini düzenleyen kağıtlar ve muhasebeleştirilen mevduat hesapları vardır.Kaldı ki fiziksel olarak ortalama %2-3 arasında para elden ele dolaşmaktadır.Geri kalanı mevduat hesaplarında olduğu gibi alacak-borç ilişkisini düzenleyen bir kağıt parçası,kredi kartları vb. üzerinden muhasebeleştirilerek ilgili veriler kayıt altına alınmaktadır.

Sonuç itibariyle içinde bulunduğumuz bu sistem dünyadaki refah ve gelir dağılımındaki adaletsizliklere de bir referanstır.Şayet öyle olmasaydı içinde bulunduğumuz ekosistem insanları daha mutlu ve huzurlu kılabilirdi.

Peki çözüm nedir?

Çözüm: Kripto Paralar'dır. Kesinlikle içinden bulunduğumuz sistemden daha iyi ve daha adilane bir ekosistem sunacağı kanısındayım.

Görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Herkese iyi forumlar...
10  Local / Ekonomi / ANALİZ: Dünyadaki Para Sistemleri & İşleyişi on: September 02, 2018, 05:16:43 PM


Öncelikle dünyadaki para sistemini ve işleyişini anlamak adına paranın tanımını yaparak yine paranın özellikleri ve bir takım fonksiyonlarından bahsetmek gerekir.

İktisadi anlamda para, mal ve hizmetlerin satın alınmasında ve borçların geri ödenmesinde  genel olarak kabul edilen , kullanılan  şeydir. Paranın tarihsel gelişimine  bakıldığında  para olarak çeşitli mal ve hizmetlerin  kullanıldığı görülmektedir.Bunlara tütün,değerli madenler ,deniz kabuğu,kağıt para,plastik para(kredi kartı) ve dijital/kripto para vb. örnekler verebiliriz.

Günümüzde kullanılan paranın sahip olması gereken bir takım özellikler de vardır:

-Öncelikle paranın genel  olarak kabul görmesi gerekir.
-Para taşınabilir olmalı , taşıma maliyeti  fazla olmamalıdır.
-Para bölünebilir olmalı ve büyük tutardaki  işlemlerde kullanılabildiği gibi , küçük tutarlı işlemlerde de kullanılabilmelidir.
-Paranın taklit edilmesi zor olmalı , para ayrıca standart olmalıdır.
-Son olarak da paranın  kolayca deforme olmaması ,uzun süre kullanılabilir olması gerekir.

Bunun yanında paranın bir takım temel fonksiyonları da vardır:
Bunlar, değişim aracı olma ,hesap birimi olma ve değer saklama aracı olma fonksiyonudur.

Bir başka tanımlamaya göre ise para, bireyin emek ve zaman harcayarak ekonomik özgürlüğünü el etmesi ve elde ettiği o özgürlük ile bir başkasının emek +zamanını (=özgürlüğünü) satın almasıdır. (Para = Emek + Zaman = Özgürlük)


Şayet birileri sizin emek+zamanınızı ucuza alıyorsa ister 21.yy ister 2100.yy'da yaşayın,oradaki Modern Kölelik Düzeni olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz.Peki böyle bir düzeni kim kuruyor ve kimler yönetiyor?

Kimisine göre günümüzde bu düzenin baş aktörü devlet,yöneticiler(hükümetler) ve başta merkez bankaları olmak üzere özel bankalardır.Keza bu yapılar karşımıza farklı formlarda da çıkmaktadır.


Uluslararası Para Sistemleri
• 1870-1930 Altın para sistemi
• 1930-1944 Buhran Dönemi
• Sterlin Sahası (İngiltere ve sömürgeleri)
• Altın Bloku (Fransa, İsviçre, Belçika, Hollanda)
• Kambiyo Kontrolü
• 1944- 1973 Bretton Woods(35$=1ons altın)
• 1973- Karma Uygulamalar



Şimdi para sistemlerini burada tek tek açıklarsak gereksiz flood yapmış olacağız.Fakat öz itibariyle para sistemlerinin mantığı şudur; dönemi itibariyle kim eline sazı almışsa,kimin sözü geçiyorsa onun istediği para veya maden dünya genelinde baz para olarak kabul görmüştür.Bu hususta önemli dönüm noktalarını da es geçmemeliyiz diye düşünüyorum.Özellikle 1929 Buhranı, sonrasında yaşanan 2.Dünya Savaşı ve o savaşın sonunda Bretton Woods Sistemi'ne geçilmesi kurulan yeni dünya düzeni açısından önemli dönüm noktaları olmuştur.

Brettonw Woods Konferansı: Kısaca İngiltere'nin dünya üzerindeki hegemonyasının Amerika Birleşik Devletleri'ne veren ekonomik istişare toplantısıdır.Özellikle bu toplantıda  Gold Exchange Standard adında bir düzenlemeye gidilerek dolar-altın paritesinin sabitlenmesiyle doların uluslararası alanda referans para olmasına önayak olmuştur.Yukarıdaki  2.Bretton Woods Era (1945-1971) adlı görsel bu döneme işaret etmektedir.

Akabinde 1973 yılında Breeton Woods sistemi çökünce, uluslararası para sisteminde 1980’ler sonrası Esnek Döviz Kuru Sistemi egemen olmaya başladı.Bu politikanın olmazsa olmazı olan sermaye hareketlerine de serbestlik tanındı.Doğal olarak bu sisteme entegre olmak isteyen ülkeler yine bu sisteme aşama aşama geçiş yaptılar.Örneğin Türkiye 1989’da sermaye hareketlerinin önündeki engelleri kaldırdı ve 2001 krizi sonrasında da esnek döviz kuru politikasına (sistemine geçti).Çin sermaye hareketlerinin önündeki engelleri kaldırdı, ancak hala sabit döviz kuru sisteminde direnmekte.


Uluslararası para sistemindeki bu değişim her ülke için olumlu sonuçlar da yaratmadı.Çünkü sistem, ülkelerin döviz kuru riskinin artmasına neden oldu. Nitekim Türkiye bu süreçte 1994, 2001 ve 2014 (özellikle kriz diyorum) krizlerini yaşadı.Bununla birlikte yine aynı dönemlerde Güney Amerika ülkeleri de büyük krizler yaşandı.Örneğin 1994'ün  Aralık ayında, Meksika'da peso'nun devalue edilmesiyle büyük bir kriz yaşanmıştır. (Bkz: Tekila Krizi)

Bu sıkıntılı süreçte kendisini riskten korumak isteyen ülkeler döviz rezervlerini artırma çabasına girdiler.Hedefleri olası bir yabancı sermaye çıkışı durumunda  rezervin kalkan olması idi. Mekanizma tam işlemse de, bu politikadan vazgeçmediler. Yükselen ekonomiler içinde dış ticaret açığı veren, hızlı büyümek isteyen ülkeler sermaye girişini teşvik ettiler. Cari açıkları arttı, cari açık arttıkça daha fazla döviz rezervi tutmaya başladılar. 2007/2008 krizi de bu olguyu değiştirmedi.Kaldı ki ülke olarak içinde bulunduğumuz ekonomik konjonktüre baktığımızda geçmişten günümüze cari açıkların git gide arttığını çoğumuz -a haber seyircisini tenzih ederek- biliyoruzdur.

Örnek: Gold Standart Era (1870-1914) Dönemini ile günümüz Post Modern Bretton Woods Era/Dönemi itibariyle ülkemizin tarihsel sürecinden bir örnek verecek olursak ki burada usd ve altın (gold standard exchange) yani göreceli standart değişim aracı olarak baz alınmış ve bir öğretmen maaşı örneği üzerinden gidilmiştir:



1923’te, yani Türkiye’nin yıkıcı bir dünya savaşından yeni çıktığı yoksulluklarla dolu kuruluş yıllarında bile bir öğretmen  aylık maaşıyla 20 adet Cumhuriyet altını alabiliyordu. Bugünse sadece 2 adet alabiliyor.

1923: 20 adet
1946: 12 adet
1960: 18.5 adet
1965: 28.6 adet
1975: 9.2 adet (1971’de dünyada paranın kıymetli metallerle bağı koparılıp, iradi para sistemine geçilmesinden sonra ani bir düşüş başlıyor)
1980: 1.5 adet (Türkiye’de darbe olduğu yıl)
1993: 5.9 adet
1994: 5.4 adet
1995: 5.1 adet
1996: 5.1 adet
1997: 5.2 adet
1998: 7 adet
1999: 6.7 adet
2000: 6.5 adet
2001: 3.5 adet (Türkiye’de ekonomik kriz yaşandığı yıl)
2002: 4.5 adet
.......
.......
2018: ?

-Ortalama kadrolu bir öğretmen maaşı 3800tl
-Bir adet Cumhuriyet altını 1900tl. Özetle 2 tane Cumhuriyet altını alınabilir bu maaşla.


Sonuç olarak eğer sizin cebinizdeki para, yani emek+zamanınız = özgürlüğünüz, parayı yaratanlar tarafından(devletler,kurumlar,bankalar etc.) sizden sürekli adaletsiz vergilerle,manipülasyonlarla ve Kaydi Para yöntemiyle sistematik bir şekilde alınıyorsa/çalınıyorsa maalesef siz bu sistemde kölesiniz demektir.

Kaydi Para
Mevduat parası olarak da adlandırılan kaydi para, bankalar tarafından kredi işlemleri sonucu yaratılmış olan paradır.Tamamen alacak-borç ilişkisi üzerine kuruludur. Kaydi Para /Havadan Para yaratma sürecinde, Merkez Bankası, özel bankalara kredi verir.Özel bankalar ise bu krediyi müşterilerine çeşitli yollarla belli bir faiz karşılığında verir.Aslında ortada büsbütün fiziksel bir para yoktur.Bu süreçte bankalar ile şahıslar arasındaki ilişki tamamen kağıt üzerinde muhasebeleştirilir.Bunu nereden anlıyoruz derseniz dünya alacak-borç ilişkisinden kaydi para yaratılmasıyla ortaya çıkan/şişirilen para miktarının ortalama %2~3 civarı fiziksel anlamda kullanılmaktadır, geri kalanı banka hesaplarında kayıt altındadır.

Yukarıdaki örnek sadece ülkemizden verdiğim bir örnekti.Kaldı ki günümüz acımasız kapitalist düzende kurulan dünya para sistemi (aslında bir bakıma sistemsizliği) ile gelişmiş ülkeler, dünyanın önemli bir kısmının kendisi için çalışmasını sağlamakta.Gelişmekte olan ülkelerin kimi iktisatçıları, politikacıları ve bürokratları da ne kadar çok rezervimiz var, ekonomimiz çok iyi masalını halka anlatmaya devam etseler de malumunuz kazın ayağı öyle değil ve maalesef bu durumu yine kendi ülkemizde son zamanlarda çok acı bir şekilde tecrübe ediyoruz.

Peki çözüm nedir? Bu adaletsiz sisteme,gidişata nasıl dur diyebiliriz?

Cevap: KRİPTO PARA... Ne kadar yer yer Tether Basma Çılgınlıklıları vb. diğer olumsuzluklar yaşansa da çare kripto ekosistemindedir.Tabii bu konuyu da başka bir başlık altında detaylı incelemek gerekir.

Herkese iyi forumlar...





11  Local / Konu Dışı / INCITATUS:Tarihte En Yüksek Mertebelere Ulaşmış Bir Atın Hikayesi on: August 17, 2018, 07:18:59 AM
INCITATUS  


Sadece devlet görevinde değil, dini görevde de en üst rütbeye/statüye yükselmiş attır kendisi.

Incitatus, kimilerine göre ahlaksız,çılgın,zorba birisi olan imparator Caligula'nın en sevdiği yoldaşıydı.Hatta imparatora göre, onun sevgisini ve güvenini kazanmak için çoğu politikacının aksine gerçekten büyük çabalar harcamış, çalışıp didinmiş liyakat sahibi bir attı.


İmparator Gaius Caligula

Çılgın İmparator Caligula'nın hizmetinde uzun yıllar başarıyla çalışan Incitatus için yükselmenin önü her geçen gün daha da fazla açılmıştı artık.İmparator tarafından senatör olarak atanmasının yanında konsüllük için de düşünülmüştür.Diğer çıkarcı,kıskanç konsüller tarafından bu göreve getirilmesi son anda engellenen Incitatus tüm tepkilere rağmen senatörlük görevini başarıyla devam etmiştir.


Öte yandan imparator,konsül olarak seçilemeyen atının ruhen incitildiğini düşünür ve kendisini rahip yapar.18 köle ve cariyeyle tam teşekküllü bir ev, som mermerden bir ahır, altın bir yalak ve pırlantalarla, zümrütlerle süslü bir yular yaptırıp atına hediye eder.

Incitatus rahiplik görevini ve senatörlük görevlerini imparator Caligula'nın öldürülmesine ve kendisinin de kesilip sucuk yaptırılmasına kadar sürdürmüştür.


Faydalanılan kaynaklar:

https://foyuk.wordpress.com/2014/08/02/cilgin-imparator-caligula/ (Makale,Prof.Dr.İlber Ortaylı)
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/engin-unsal/2017-mart/atini-senator-yapan-imparator (Köşe yazısı,Engin Ünsal)



12  Local / Konu Dışı / STUBSS: Belediye Başkanı Kedi on: August 17, 2018, 06:48:10 AM
STUBSS (r.i.p.)


ABD’nin Alaska eyaletinde bulunan Talkeetna kasabasının ‘belediye başkanı’ olarak  15 yıl boyunca ilçe belediye başkanlığı görevini üstlenmiştir.

İlçe sakinleri o dönem belediye başkan adaylarını uygun görmedikleri için Stubbs isimli kediyi aday göstermiş ve Stubbs da 838 oy ile seçimi kazanmıştı.

​Kedinin sahibi olan Spone ailesi, Stubbs'la ilgili yayınladıkları basın açıklamasında "Stubbs, 20 yıl 3 ay yaşadı. Gün boyu yemek için ya da yatakta onunla oturmamız için miyavlar, biz uyurken sokulmak ve mırlamak isterdi. Son ana kadar bizimle olduğun için teşekkür ederiz. Sen harika bir kedisin ve seni özleyeceğiz. Seninle geçirdiğimiz zamandan çok mutluyduk" ifadelerini kullandı.



​Aile, Stubbs'ın ölüm nedeninin belli olmadığını, perşembe günü uyuduğunu ve bir daha uyanmadığını da duyurdu.

Haberin kaynağı: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/belediye-baskani-kedi-hayatini-kaybetti-40529525
13  Local / Alternatif Kripto-Paralar / LIFE Token Tartışma Alanı on: August 17, 2018, 05:49:33 AM
Merhaba arkadaşlar.Life token hakkında bilgisi,deneyimi,yatırımı olan arkadaşlar bu başlık altında fikirlerini paylaşırsa faydalı olacaktır kanısındayım.

LIFElabs.io
https://coinmarketcap.com/currencies/life/#markets
https://www.lifelabs.io/


Herkese iyi forumlar.
14  Local / Ekonomi / ANALİZ: Ekonomik Krizden Nasıl Çıkabiliriz? on: August 13, 2018, 09:10:31 AM

Bu zamana kadar 15 kriz yaşadık.Malumunuz bu 16. kriz olacak.Peki bu krizlerle nasıl mücadele edilir ve bu krizlerden nasıl çıkılır diye sorduğumuzda bir çok cevapla karşılayabiliyoruz.Ben de naçizane cevap vermeye çalışacağım.

Öncelikle bu işe krizde olduğumuzu kabul etmekle başlayacağız.A haber vb. yandaş medya mantığıyla olaylara bakarsak yol alamayız.

Şimdi bizim içinde bulunduğumuz durum -sıklıkla verilen örnek olduğu için diyorum- orman yangınıysa ki bunu bir anda söndüremeyeceğimiz kesin.Peki bu yangını söndürmeyi nasıl başaracağız?Ne gibi önlemler almamız,adımlar atmamız gerek?

Öz itibariyle Atamızın da zamanında vurguladığı gibi muasır medeniyetler ve hatta daha da ötesine gidebilmek gayesiyle bunu azimle,çabayla,inanarak başaracağız tabiikide. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde olduğu gibi..1929 Büyük Buhranı yaşanmıştı bütün dünyada ve Cumhuriyeti kurup yücelten bu insanlar(atalarımız) küresel çapta yaşanan o krizi yine o zor şartlara rağmen aşmayı başarmışlardı.Biz de başarabiliriz,başarmalıyız.

Kaldı ki bizim paramız küresel çapta yaşanan bir krizin etkisiyle pul olmadı.Tamamen kendi yanlış ekonomi politikalarımız yüzünden pul oldu.Açıkçası şu saatten sonrada birilerini suçlamanın da bir manası ve de faydası yok.Önümüze bakmamız lazım.O yüzden yavaş bile olsa adım adım ilerleyeceğiz bu yolda.Kör biri bile olsanız elinizdeki değnekle basamakları "tık tık" kontrol ederek o uzuun merdiveni eninde sonunda yine çıkarsanız.Keza bu işe kör bile olsak -ki çok şükür değiliz- bu noktadan,en baştan başlayacağız.



Şimdi öncelikle Kamu Sektöründe yani makro ve finansal dengeyi,istikrarı yeniden inşa etmek adına önce merkezi kurumlardan başlamamız lazım.Bir başka ifadeyle bizi idare eden,ekonomimize yön veren yani "aynı gemideyiz" diyen kaptan ve tayfası bu noktada başat rol/sorumluluk alacaklar,almaları da gerek.

Öyle Merkez Bankası şakkadanak 10 milyar dolar, sonra şakkadanak bir 10 milyar dolar daha piyasaya sürerek bu yangını söndürsün kafasından bir kere kurtulmamız lazım.Bu hususta Merkez Bankası'nın bağımsızlığına gölge düşürecek ve bilakis hükümet kanadından kuşkular yaratacak adımlar atılmamalı.Demem o ki Cumhurbaşkanı veya bir bakan çıkıp Merkez Bankası "faizi indirsin,yatırımlar dışlanıyor yauv!" vb. açıklamalarda bulunmamalı.

Sonra, kurallı bir maliye politikasına geçerek kamu harcamalarına hareketli bir üst limit getirmemiz lazım.Bunun yanında "Vergi Affı" hususunda adaletli olacaksınız.Tutup kendi adamını af kapsamına almayacaksın.Özellikle de devlet teşkilatının içerisindeki belli kurumlar bütçesini aştığı vakit, onlara bol keseden ek bütçe/bütçeler ayırmayacak ve gerekirse ayağını yorganına göre uzat diyeceksin.

Mesela faizleri indir diye bas bas bağırdığın Merkez Bankası yerine, 7.7 milyarlık ödenek ayrılan, altı ay sonunda 8.3 milyar olarak bütçe güncellenmesi yapılan ve de bu ayrılan bütçenin %95'inin personel harcamalarına gittiği beyan edilen -ki böyle bir oran nasıl çıkıyor anlamış değilim- bir kuruma biraz daha tasarruflu davranması noktasında telakkide bulunacak, hatta baktın olmadı bütçesini sabitleyeceksin. Sonuçta aynı gemideysek herkes,her kurum elini taşın altına koyacak.Evet, bahsi geçen bu kurum Başbakanlığa bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı'dır.


Yatırım ortamını iyileştirmek için OHAL’in kaldırılması son derece olumluydu,evet.Fakat Anayasa'yı Ohal koşulları doğrultusunda değiştirme çabaları aynı derecede olumsuzdur.Tam tersine yatırımcıları tedirgin eden olağan dışılık halinin ortadan kalkması, Türkiye’nin her an her şeyin olabileceği bir ülke statüsünden uzaklaşması herkesin işine gelecektir tabi.Ancak yargı sisteminin işleyişi ile ilgili olarak kendi kendimize yarattığımız kuşkular, artık yatırım ortamı engeli niteliğindedir.Açıkça söylemek icap ederse, yargı konuları üzerinden dış politika pazarlığı yapıyormuşuz izleniminin verilmesi yargı bağımsızlığımıza gölge düşürmektedir.Brunson-Fetö pazarlığı, al papazı ver papazı muhabbetinde olduğu gibi.Bu söylemlerden/eylemlerden uzaklaşmamız lazım.Kaldı ki hukukun üstün olduğu medeni ülkelerde yargı erki hiçbir zaman pazarlık malzemesi yapılmaz.Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, merkez ile yerelin ortak paydada uyumla buluştuğu kamu idaresi reformu üzerinde dikkatle durulması lazım.Bu noktada yeni dönem/yeni hükümet sistemi aslında bir fırsat olarak değerlendirilebilir.Merkez ve yerel arasındaki yetki paylaşımı meselesi yeniden ele alınarak bir denge/uyum üzerinde anlaşmaya varılmalıdır.Dünyadaki müreffeh toplumlara baktığımızda -bilakis Kuzey Batı ve Orta Avrupa Ülkeleri- her zaman demokratik yerinden yönetim modellerini kendi özlerinde içselleştirdikleri için bu hususta pek kavga,gürültü çıkmadığı görülür.Çünkü bu yolla bireye inmeyi,onu dinleyip hakkını savunmayı büyük bir ölçüde başarmışlardır.


Türkiye’nin, orta vadeli büyüme kapasitesini artıracak güçlü bir yapısal uyum programına ihtiyacı var. Başlangıçta mutlaka eğitim sistemini Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurumu’ndan kurtaracak bir büyük reform gerekir.Şahsen ben bu noktada MEB Bakanından umutluyum.Umuyorum, umudumuz boşa gitmez.Bu noktada ülkemiz, büyüme ile istihdam arasında dijitalleşme ile zayıflayan bağını kotarmak için eğitim reformuna yönelmek ve beşeri sermayenin(insanının,gencinin,yaşlısının) yeni teknolojik devrime intibak kabiliyetini artırmak zorundadır.

Örnek: Blockchaini,kripto paraları anlayacak,anlatacak insanlara ihtiyaç vardır.Bunun yanında Fen ve Askeri liseler açılmalı ve gençlerin bu bölümlere yönelmesini sağlayacak teşvik edici önlemler alınmalıdır.Ayrıca hizmetler sektörü ile tarımı serbestleştirmenin de tam zamanıdır diye düşünüyorum.


Diğer meselemiz işsizlik...Yoğun Genç nüfusu olan ülkemizin ana meselesi, genç işsizliği ortadan kaldırmak olmalıdır. Özellikle genç kadınlarda artan işsizlik konusu üzerine, özel olarak eğilmek gerekmektedir.Bir toplum düşünün ki genç işsizlik oranı almış yürümüş,kadınlara baskı ve zulüm artmış, yine o toplumun ahlak anlayışı kadının cinselliği üzerine inşa edilmiş ve o toplum ilerlemiş(!) Mümkün mü böyle bir şey!?Tabii ki değil..



Bir başka konu ise ülkemizin yurt dışında anlatabileceği kapsayıcı ve pozitif bir hikayesinin maalesef olmaması.Kendi derdimizi bu noktada yabancılara anlatmakta hangimiz güçlük çekmiyoruz ki?Bilakis haklı olduğumuz konularda; Ermeni meselesi olsun Kıbrıs meselesi olsun ne bileyim 15 Temmuz Darbe Girişimi olsun...

Bu konularda derdimizi dış mecraya anlatmakta her zaman sıkıntı yaşadık.Kaldı ki bugün kendimizi uluslararası arenada/dışarıda savunmaya çalıştığımızda, tekil olaylar üzerinden sürekli savunma pozisyonunda kalmak zorunda kalıyoruz.Sürekli savunma pozisyonunda olan biri  kendi derdini ve ülkesinin tanıtımını doğru düzgün anlatsa bile tam anlamıyla başarılı olmaz,olamaz.Bizim negatif örnekler üzerinden değil pozitif odak noktaları üzerinden kurulacak bir kompozisyona ihtiyacımız var.Ülkemizin hem küresel hem de bölgesel rolü hem de içeride işleyen demokrasisi, kurulacak anlatımın son derece önemli parçaları olmak durumundadır.

Tamam karşınıza -geçmiş veya günümüz itibariyle- belki olumsuz örneklerle gelebilirler.Fakat inanın bir o kadar da olumlu örneklerle de karşılık verebilirsiniz.Onlara Cumhuriyet dönemimin devrimlerini anlatsanız bile bu sefer karşı tarafın da savunmaya geçtiğini göreceksiniz..İşte bu noktada bizlere de önemli görevler düşüyor.Kaldı ki bir ülkenin tanıtımını,haklı olduğu noktaları dünyadaki kamuoyuyla paylaşma,onlara anlatma yollarını yabancı lobi şirketleri tasarlayamaz.Tasarlasa bile başarılı olamaz.Bunların yerli ve milli olması şarttır.


Sonuç olarak niyet varsa, çözüm yolu da vardır.Bu ekonomik krizi -en azından başlangıcını- bu gün yaşamasak bile zaten yakın bir gelecekte yaşayacaktık.Türkiye Cumhuriyeti bu güne kadar 15 kriz atlatmıştır.Bunu da illaki atlatacağız.Fakat sıkıntı algıların değişmemesi.Değişim/ilerleme bekliyorsak önce alıcılarımızı doğru frekansa yönlendirmek zorundayız.Kabadayılıkla,restleşmeyle,popülist söylemlerle meseleler çözülmez.Uzlaşmayla,akılla,bilimle,mantıkla çözülür.

Kaldı ki karşı tarafta (ABD) çok iyi yönetiliyor diyemeyiz.Onların başında da bir hödük var ve maalesef dünyadaki yönetim kadroları bu noktada gittikçe radikalleşmekte.Eskisi gibi üst düzey eğitimli ve de lisan,usül,devlet adabı bilen yöneticiler de pek kalmadı.Zaten insanlar da pek seçmiyor böylelerini.Aile şirketi yönetir gibi ülke yönetmeye çalışan, popülist söylemleri olan kişiler iş başına geliyor.Sorun sadece bizde de değil,dünyada da ciddi sıkıntılar var.

Şimdi tablo hem içeride hem de dışarıda böyle diye karamsar olmayacağız elbette.Kararlı,emin adımlarla yolumuza bakacağız.Vatan, siyasetin üstündedir arkadaşlar ve bu zor günlerde devlete,ülkeye kısaca milli çıkarlara güle oynaya muhalefet olunmaz.


Söyleyeceklerim bunlardan ibarettir arkadaşlar.Farklı görüş ve tavsiyesi olanlar varsa pek tabii paylaşabilir.

Herkese iyi forumlar.
15  Local / Konu Dışı / Geçmişten Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri (İnceleme Yazısı) on: August 12, 2018, 09:53:08 AM


18.yy'ın sonlarında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkan ABD kısa sürede kendine özgü iç dinamikleriyle dünya üzerinde söz sahibi olmaya başlamıştı.Bu noktada Uluslararası ticarî faaliyetlere öncelik veren ABD'nin ticarî faaliyet alanlarından biri de Akdeniz bölgesi olmuştur.ABD gemileri ticaret yapmak için Akdeniz'e girmek zorundaydı ve bu bölgede söz sahibi olan ülke ise Osmanlıydı.Osmanlı Devleti de ABD'yi o dönemde resmi olarak tanımıyordu.Akdeniz'de; Cezayirli gemicilerin izinsiz dolaşan iki Amerikan gemisine el koyması ABD'nin adımlarını çabuk atmasına neden olmuştur.Amerikan hükûmeti 1795 senesinde Cezayir, 1796'da Trablus ve 1797'de Tunus ile antlaşma imzalamıştır.
 
Antlaşma çerçevesinde Birleşik Devletler sadece Cezayir'e yılda 12.000 altın veya eş değerde askerî mühimmat olmak üzere yirmi yıl (1795-1815) boyunca vergi ödemiştir.(Kimilerine göre bu olay ABD'yi vergiye bağlayan ilk ülkenin Osmanlı olduğu şeklinde bahsedilir.)

Gelişen olaylar neticesinde 1799 yılında ABD Başkanı John Adams, Portekiz'deki Amerikan elçisi William L. Smith başkanlığındaki bir heyeti Osmanlı Devleti ile bir dostluk ve ticaret antlaşması yapması için görevlendirmiştir. Ancak Fransızlar ve İngilizler ile yapılan savaşlar nedeniyle Başkan Adams'ın isteği gerçekleşememiştir. Daha sonra 1820, 1823 ve 1828'de yapılan girişimler de çeşitli nedenlerle sonuçsuz kalmıştır.


OSMANLI DEVLETİ İLE ABD ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN TARİHİ SÜRECİ


Amerika İlk resmî ziyaretini George Washington firkateyni ile 9 Kasım 1800 tarihinde İstanbul ziyaret ederek gerçekleştiriyor. 1827 yılında Fransız, İngiliz ve Rus gemilerinden oluşan müttefik donanması Navarin'de Osmanlı Donanmasını imha etmiştir. Bu olay, II. Mahmut'a Denge Siyaseti nezdinde yeni müttefikler aramaya yönetlmiştir. Bunun neticesinde 7 Mayıs 1830 yılında Osmanlı Devleti, ABD ile Seyr-i Sefâin ticaret antlaşması imzalanmıştır.

Bu antlaşmanın birinci maddesi Amerikan tüccarları ile ticaret gemilerine “en çok kayırılan devlet” kaydından, dördüncü maddesi de Osmanlı ülkesinde bulunan Amerikan vatandaşlarına kapitülasyon ayrıcalıklarından faydalanmak hakkını vermektedir.Konsoloslukların sayısında ise 1840'lardan sonra önemli bir artış vardır.

ABD'de ise ilk Osmanlı konsolosluğu tesisi ise 1845'te Zapçıoğlu Abraham adlı şahsın şehbender(Konsolos) olarak gönderilmesiyle gerçekleşmiştir.1830 yılında yapılan antlaşmadan sonra ABD- Osmanlı ilişkileri ticari, kültürel ve sosyal olarak gelişme göstermiştir. Nitekim diğer Batılı ülkeler ile yapılan antlaşmalarda olduğu gibi ABD ile yapılan bu antlaşmalar da zamanla Osmanlı'nın aleyhinde seyretmiştir.

11 Ağustos 1874 Osmanlı Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Suçluların İadesi Antlaşması imzalandı. 11 Ağustos 1874 Osmanlı Devleti ile ABD arasında Tabiiyet Anlaşması imzalanmıştır.Yapılan bu Tabiiyet Antlaşması birçok kez ABD ile Osmanlı Devletini karşı karşıya getirmiştir. İlişkilerin gerilmesinde çok önemli bir unsur olmuştur. Osmanlı bu problemleri çözmek için çoğu zaman ödün vermiştir.

XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ticaret hacmi bir milyon dolara erişmiştir. 1816‟da 8, 1823‟te 18, 1825‟te 22, 1828‟de 28, 1830‟da ise 32 Amerikan gemisi İzmir'e gelmiştir. 1843 yılında Çanakkale Boğazı‟ndan geçen 6286 gemiden yalnızca iki tanesi Amerikan gemisi iken, Kırım Savaşı‟nı izleyen yıllarda İstanbul limanına her hafta bir Amerikan gemisi girmiştir.

Osmanlı Devleti‟nin özellikle Navarin Baskınından sonra Amerika‟ya yöneldiğini görebiliriz.Navarin Osmanlı‟nın harekete geçmesi için katalizör görevi görmüştür. Amerika ile olan ilişkilerde de geçmişte olduğu gibi bir denge politikası izlendiği ve kararların o dönemin koşullarına göre belirlendiğini söyleyebiliriz.

MİSYONERLİK SORUNU
Amerika ile ilişkilerde misyonerlik konusu her zaman sorun arz etmiş ve birçok belge de yer almıştır. Bu bağlamda, ‟Misyonerlerin çalışmalarındaki asıl gelişmenin 1840‟lardan sonra meydana geldiğini söyleyebiliriz. Misyoner Dwight'e göre misyonerlik çalışmaları için 1840-1850 arası bir canlanma dönemi olup, son 20 yılda (1880-1900) derin bir şekilde bilgi hırsıyla tutuşan nüfusun bütün sınıfları arasında teşvik edici çeşitli misyon okulları açılması gerekli idi ki, bu bilgi radikal bir şekilde imparatorluğun her bölgesindeki entelektüel atmosferi değiştirmiştir. Nitekim 1845'te Osmanlı topraklarında 34 misyoner, 12 misyoner yardımcısı, 7 okul, 135 öğrenci 1890 yılında misyoner sayısı 177‟ye, misyoner yardımcısı sayısı 791'e, iptidai(ilkokul), rüşti(ortaokul), kolej ve yüksek okul düzeyindeki okul sayısı 813'e, öğrenci sayısı ise 16990‟a ulaşmıştır. Ayrıca 117 kilise ve nüfusu 28667‟yi bulan bir Protestan cemaati
yaratmasını başarmışlardır. Osmanlı Maarif Nazırı Zühdü Paşa‟nın yaptırdığı tahkikat sonucunda tespit edilebilen toplam 399 adet Protestan okulun büyük bir kısmı Amerikan Board adlı kuruma aitti ve bu okullardan sadece 51'inin ruhsatının bulunduğu anlaşılmıştır.[1]

Eğitimden sağlığa farklı alanlarda misyonerlik faaliyetleri yapılmaktaydı. Amerikalı misyonerler, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanı'nı fırsat bilerek çalışmalarını hızlandırmışlardır. 1848 yılında Antep‟te, 1850 yılında Arapgir'de, 1853 yılında Tokat ve Kayseri'de, 1854 yılında Maraş, Halep, Sivas ve Harput'ta, 1855 yılında Urfa, Antakya ve İzmit'te, 1856 yılında Musul ve Diyarbakır‟da, 1857 yılında Mardin, Bitlis ve Edirne‟de, 1863 yılında ise Adana'da misyoner merkezleri kurulmuştur.

Amerikan kiliselerinin “American Board of Commisioners for Foreign Missions” kanalıyla yaptıkları misyonerlik çalışmaları Osmanlı sınırlarında yaşayan Rum ve Ermenilere nüfuz etmeye başlayınca, Babıali 1860 yıllarından başlayarak misyonerlerin çalışmalarını denetlemek ve daha sonraları da Türk olmayan unsurlarda milliyetçilik şuuru uyandırmasından korktuğu ve Ermeni ayaklanmalarını desteklediklerini tespit ettiği Amerikan okullarını kapatmak isteyince, Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Birinci Dünya Savaşına kadar süren anlaşmazlıklar çıkmıştır.Osmanlı Devleti'nde Amerikan Protestan misyonerlerinin çalışmaları neticesinde Ermeniler'in azımsanmayacak bir kısmı Protestan olmuştur.


OSMANLI’DAKİ ERMENİ SORUNU VE ABD’NİN YAKLAŞIMI


Amerikan Hükûmeti, Osmanlı Devleti‟nin zor durumda kalması ve istediği imtiyazları koparmak için “Ermeni haklarını müdafaaya” başlamıştır. 93 Harbiyle (1878 Osmanlı-Rus Harbiyle) alınan ağır yenilgiden sonra Osmanlı Devleti'ne yönelik dış baskılar artmıştır. Bu dönemde ABD'de 1895'te, Amerikan Senatosu tarafından Ermeniler lehinde Osmanlı Devleti aleyhinde karar alınmıştır. Osmanlı Devleti, kararın sebebini dinî nedenler çerçevesinde değerlendirerek haçlı zihniyetinin yansımaları olarak görmüştür. Ayrıca senatonun icrada yetkisi olmadığından karar pek ciddiye alınmamıştır. Washington sefaretinden gelen tahrirat tercümesinde Amerikan Meclisi‟nin Osmanlı aleyhinde karar almasının sebepleri; Ermenilerin din birliği nedeniyle ABD tarafından himaye edildiği, Osmanlı topraklarındaki misyonerlerin teşviki ve Berlin Antlaşması'ndaki Ermenilerle ilgili (61. ve 62.) maddelerin hayata geçirilmesi isteği şeklinde sıralanır.


1830 tarihli Osmanlı ABD antlaşmasının 4. maddesine göre -ki bu kapitülasyonlardan Amerika'yı da yararlandıran bir antlaşmadır- Amerikan vatandaşlığına geçen bir Ermeni Türkiye‟ye döndüğünde Amerika'nın himayesinde (protege) konumunda oluyordu.Yani Osmanlı kanunlarından muaf oluyordu. Bu da Osmanlı kanunlarını işlemez hale getiriyordu.O dönemde Ermeniler bu antlaşmanın arkasına sığınıp birçok suça karışmıştır. Bu olanlar
ABD ile Osmanlı arasında hukuki sorun teşkil ediyordu.Tahminlere göre  yaklaşık 70,000 civarında Amerikan vatandaşlığına geçen Osmanlı Ermenisi 1900-1914 yılları arasında Türkiye‟ye giriş yapmıştı.


1895 yıllarında Anadolu'da bulunan Rus miralaylarından Potiyat, Ermenice‟nin öğretimi ve Ermeni yazarlarının kitaplarının okutulduğu sırada tarihteki bağımsız Ermeni Krallığı‟na dikkat çekildiğini, bunun ise okuldaki Ermeni asıllı öğretmen ve öğrencileri bu krallığın yeniden kurulabileceği düşüncesine sevk ettiğini söylemektedir. Hatta Amerikan kolejlerinin öğretim kadrolarının büyük kısmını elinde tutan Ermeni öğretmenlerin, Ermeni Krallığı kurulduğunda önemli memuriyetlere getirilecekleri düşüncesinde oldukları söylentileri bile işitilmekteydi.

Amerika kendi çıkarlarını korumak için Hem Ermeni meselesini, Hem de Ermenileri çoğu kez koz olarak kullanmıştır. Bu nokta da Amerika‟dan gelen Misyonerler önemli rol oynamıştır. Erzurum‟daki Amerikan misyonerlerinin asayişi bozucu ve Osmanlı aleyhtarı tutumları Babıali tarafından İstanbul'daki Amerikan elçisine iletilmiş, Erzurum'daki görevine yeni atanan Amerikan konsolosunun misyonerler nezdinde girişimde bulunması rica edilmiştir.
Birecik Protestan vekili olan Manok Nikogasyan‟ın evinde yapılan aramada elde edilen 4 adet gizli mektuptan birinde Ermenilerin birleşmeleri ve asker yazılarak silahasarılmaları emredilmiştir.

Amerikalıların, Ermeni meselesine bakış açısını tarihsel perspektif içinde değerlendirdiğimizde günümüzde yaşananlar daha da iyi algılanabilir.



TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE ABD İLİŞKİLERİ

Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşmasında ABD‟nin desteğini almak ve ilişkileri geliştirmek için Chester Teşviklerini 1923 yılında meclisten geçirmiştir. Yine II. Dünya Savaşının sonlarına doğru ABD‟nin de içinde bulunduğu müttefiklerin yanında yer alarak tarafını belli etmiştir.

19 Mart 1945'te Sovyet hariciye komiseri Molotof 7 Kasım 1945‟te sona erecek olan Türk-Sovyet dostluk antlaşmasının günün koşullarına uyarlanması için Türkiye'ye bir nota verdi ve 20 Aralık 1945'te iki Gürcü Profesörü, Giresun'a kadar olan toprakların Gürcistan'a bırakılmasını istedi.

5 Nisan 1946'da, Washington'da Ermenilerce öldürülen Türk büyükelçisi Münir Ertegün'ün cenazesini Missouri savaş gemisi ile İstanbul'a getirildi.Bu jest sempatiyle karşılandı.

8 Ağustos 1946‟da Sovyetler boğazlarda üs ve müşterek savunma istediler. Türkiye 22 Ağustos 1946'da bunu reddetti. Sovyetler bu isteğini 28 Eylül 1946'da tekrarladı.

12 Mart 1947‟de Truman Doktrini yayınlandı.Truman Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası politikasının değiştiğini ve Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu ilan etmiştir. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri "komünizm tehdidi" altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır. Bu kapsamda Yunanistan'a 300 Milyon dolar Türkiye'ye 100 Milyon dolar yardım yapılmıştır.

Bu süreci Marshall yardımları takip etmiştir. Soğuk savaşta Türkiye ABD‟den yana olmuş ve bu süreç 1990'ların sonu yani SSCB'nin çöküşüne kadar devam etmiştir.

14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle ABD ile ilişkiler daha da artar. 1950 yılında Türkiye, ABD‟nin yanında yer alarak Kore Harbine katılmıştır. 5090 kişilik birlik 21 Kasım 1950 yılında ABD‟li birliklerle beraber çatışmalara katılmıştır. 18 Şubat 1952 yılında Türkiye NATO'ya girmiş ve 1955 yılında CENTO'nun kurucu üyeleri arasında yer almıştır.

1954 yılında Türkiye İncirlik Üssünü ABD'nin hizmetine sunmuştur. Bu üs Soğuk Savaş'ın ardından I. Körfez Harbi ve Irak Harbi'nde de kullanmıştır. ABD‟nin Jüpiter füzelerini Türkiye'ye yerleştirmesine 1959 yılında izin verilmiştir.


5 Haziran 1964'te İnönü'ye Başkan Johnson tarafından çok sert üsluplu bir mektup yazılmıştır. Bu mektuba göre: Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale kararı almadan önce müttefiklerine danışması gerektiği anımsatılmıştır. Ayrıca bu savaşın Sovyetler Birliği'nin de Türkiye'ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO'nun böyle bir durumda Türkiye'yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima edilmiştir. ABD'nin Türkiye'ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği kesin bir dille ifade edilmiştir.Bunun üzerine İnön'ü ise o tarihi cevabı vermiştir:
" Bu dünya yıkılır, yeni bir dünya kurulur, Türkler orada yerini alır!"

1964 yılından itibaren Türkiye, SSCB ile arasında ki ilişkileri düzeltmeye çalışmıştır. 1968 yılından itibaren anti-Amerikan öğrenci hareketleri başlamıştır.
Türkiye‟nin ABD baskısı ile 1971'de yasakladığı Afyon ekimi 1974'te serbest bırakılmıştır.

Şimdi burada bir parantez açalım.O dönem ABD'nin Türkiye Büyükelçisi Vietnam Kasaba lakaplı Robert Kommer'di.1967'de, gerilla direnişini kırmak için başlatılacak "Phoenix Harekatı" isimli kirli savaş projesini hayata geçirmek için ABD başkanı Johnson tarafından bizzat Vietnam'a gönderilmişti.Oradaki görevi bittikten sonra  1968'de ülkemize gelerek büyükelçi oldu.Komer, Türkiye'de (Ankara'da) bulunduğu sırada olay çıkacağını bile bile ÖDTÜ'ye gitti.Tabii o dönemin öğrencileri Kommer'in nasıl biri olduğunun ve niyetinin ne olduğunun farkındalardı ve Kommer'i arabasını ters çevirip yakarak karşıladılar.





Bunu Kıbrıs müdahalesinin izlemesi, Amerika'nın 1975-1978 yılları arasında Türkiye'ye ambargo uygulamasına neden olmuştur.
1979 yılında İran‟da Humeyni‟nin Şah‟ı devirmesi ve ABD‟nin İran Büyükelçiliğinin işgal edilmesi İran ile ilişkileri kopma noktasına getirmiştir.
27 Aralık‟ta SSCB‟nin Afganistan'a girmesi ile birlikte ABD için Türkiye: „‟Krizli bir bölgede en güvenilir müttefik‟‟ olarak
tanımlanmıştır. Buda Türkiye‟nin bölgede ki önemini daha da artırmıştır. 1980 yılının başlarında Türkiye- ABD ile Savunma İşbirliği Antlaşması imzalamıştır.

ABD 1980-1987 arasında Türkiye'nin serbest piyasaya geçişini desteklemek için IMF kredileri,borç ertelemeleri ve askeri yardımlarda dâhil olmak üzere Türkiye‟ye 13 milyar dolarlık kaynak aktarmıştır.

1991 yılında Saddam‟a yönelik yapılan Çöl Fırtınası harekâtında Türkiye‟ye Çekiç Güç konumlandırılmıştır. SSCB çökmüştür. Bununla beraber Soğuk savaş dönemi kapanmıştır.Nitekim farklı tehdit algılamaları ortaya çıkmıştır.Soğuk Savaş sonrası dönemde, barış ve refah dolu yeni bir dünya düzenini öngören
değerlendirmelerin fazla iyimser olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır. Süper güçler arasında geniş çaplı bir nükleer savaş çıkma tehdidi ortadan kalkmakla birlikte, yeni ve potansiyel olarak daha tehlikeli bölgesel sorunlar ve çatışma riskleri ortaya çıkmıştır. Bunların arasında, Balkanlarda ve Kafkaslarda meydana gelen ve tüm bölgeyi etkileyen etnik yayılmacılığa bağlı çatışmalar ile terörizm, dini ve mezhepsel fanatizm, gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artışı, küresel kirlilik, ırk ayrımı, yabancı düşmanlığı öncelikli tehdit alanları olarak gündeme gelmiştir.

11 Eylül 2001 Saldırıları sonrasında Türkiye, ABD'ye terörizme karşı yaptığı mücadelede destek verdi. Ancak ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal etmek istemesi Türk kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. ABD'nin bu işgal sırasında Türk topraklarını kullanmasına izin vermek için TBMM'ye sunulan
1 Mart Tezkeresi'nin reddedilmesi ABD'de büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Yine ABD‟nin Kuzeydeki Kürtleri desteklemesi Türkiye-ABD
ilişkilerinin soğumasına neden oldu.(1 Mart Tezkere sürecinde rahmetli büyükelçi Deniz Bölükbaşı'nın yazılarına bakılabilir.)


SÜLEYMANİYE KRİZİ (Çuval Olayı)

4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan (bir binbaşı komutasında) 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, bir baskın sonucu Türk askerini tutuklayıp 60 saat süresince sorguya çekmeleri olayı, ilişkileri daha da gerginleştirdi.

Başbakan Erdoğan‟ın 25 Ocak-1 Şubat 2004 tarihleri arasında yaptığı ABD ziyareti, daha sonra 9 Haziran 2004'te ABD'de düzenlenen G-8 zirvesine Türkiye‟nin “demokratik ortak sıfatıyla katılımı, ABD Başkanı George Bush'un NATO zirvesi nedeniyle 26-29 Haziran 2004'te Türkiye'ye düzenlediği ziyaret ile uluslararası ortamdaki yeni gelişmeler çerçevesinde görüşmeler yapıldı.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, göreve gelmesinin ardından çıktığı ilk bölge turu kapsamında 5-6 Şubat 2005'te Türkiye'yi ziyaret etti.
İsrail'in 31 Mayıs 2010 Tarihinde açık sularda seyreden Mavi Marmara gemisine baskın düzenlemesi ve bu baskında 9 kişiyi öldürmesi, Türkiye'nin de uluslararası alanda hakkını aramaya çalışması, ABD'nin de bu süreçte sessiz kalması, ilişkileri olumsuz yönde etkiledi.

VİZE KRİZİ
Washington'un Türkiye'den vize başvurularını askıya almasına misilleme olarak Ankara'nın da ABD vatandaşlarına uyguladığı vize uygulamalarını geçici olarak durdurması, iki ülke arasındaki en kapsamlı diplomatik yaptırımlar olarak görülüyor.

ABD İstanbul Başkonsolosluğu'nda çalışan Mehmet Topuz'un, 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutulan Fetullah Gülen'le bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklanması, fitili ateşleyen sebep olarak öne çıkıyor.

Malum, F.Gülen'in yanı sıra darbe girişimiyle bağlantılı olduklarından şüphelenilen bazı isimlerin iadesi yönündeki taleplerden ise sonuç alınamadı. Ankara, bu konudaki rahatsızlığını en üst düzeyde ifade ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD yönetiminin serbest bırakılmasını istediği papaz Andrew Craig Brunson konusundaki talepleri, Gülen'i kast ederek "Ver papazı, al diğer papazı" çağrısıyla Washington'a iletmişti.Fakat yine sonuç alınamamıştı.

TRUMP & YAPTIRIM KRİZİ


Malum yakın zamanda ABD Başkanı Trump’ın çelik ve alüminyumda gümrük vergisini artırma kararından dolayı yaşanılan kriz ve akabinde yerli paramızın nasıl değersizleştiğini anbean izledik. 1$ = 6.40 an itibariyle


TÜRK- AMERİKAN İLİŞKİLERİNE TÜRK HALKININ YAKLAŞIMI

Türk halkının Amerika'ya bakış açısı tarihsel süreç içerisinde çoğunlukla güvensizlik göstermiştir. Hem Amerikan yönetiminin başına buyruk tavırları, hem de geçmişte yaşanan bir takım problemler (Johnson Mektubu, Çuval Olayı, Ermeni Sorunu gibi) güvensizlik algısının başlıca nedenlerini teşkil etmiştir.

KA Araştırma şirketinin 6-14 Aralık 2010 tarihinde TESEV için 1000 kişilik bir örneklemE grubu ile yapmış olduğu araştırmayı da ele alarak bu ilişkilerin algısal içeriğine baktığımızda tablo Türk-Amerikan ilişkileri açısından pek iç açıcı değildir.






KAYNAKÇA/BİBLİYOGRAFİ

Osmanlı Devleti Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri (1795-1914) /Y. Güler- sf.232

Türkiye-Abd İlişkiler - Şuhnaz Yılmaz
(http://www.academia.edu/11985322/T%C3%BCrkiye-ABD_%C4%B0li%C5%9Fkileri)

https://www.setav.org/tag/turk-amerikan-iliskileri/

www.osmanli.org.tr/yazi-4-119.html

www.ttk.org.tr/index.php?Page=Yayinlar&KitapNo=425


Not: Yazının tarihsel süreci yukarıdaki kaynaklardan derlenmiş, güncel eklentiler yapılıp yaşanmış önemli olaylar özetlenerek son halini almıştır.

Keyifli okumalar diliyorum.

16  Local / Konu Dışı / Kimi Üyeler Tarafından Adaletsiz Dağıtılan Meritler! on: August 12, 2018, 04:37:16 AM


Arkadaşlar öncelikle forumu son zamanlarda yakından takip edip, naçizane faydalı içerikler paylaşmaya çalışan bir arkadaşınızım.Takip eden/etmiş arkadaşlar bilir.Keza burada duyarlı ve bir o kadar dikkatli bir kitle olduğunun farkındayım.Bu bahsedeceğim mevzu da gözden kaçmamıştır diye düşünüyorum.

Daha 5 dakika önce bir konu başlığına denk geldim.Zaten o konuyla ilgili yorumumu da yine o konu başlığı altında paylaştım.Şimdi burada insanları hedef gösterip alenen suçlayıp, şu şunu yaptı vs. demek istemiyorum ki bu hiç etik olmaz.Fakat arkadaşlar 5 satırlık bir konuya
50 Merit vermek nedir ya!?Ben bunda başka bir kasıt ararım açıkçası.

Bu noktada kendimi geçtim, gerçekten uğraşıp faydalı içerikler paylaşan arkadaşlar da var burada.Bir çoğunun konusu merit hatta meritleri hak ediyor.Elimizi biraz vicdanımıza koyalım.Özellikle merit sahibi arkadaşlar.Her şeyi yöneticilere/modlara mal etmemek ve yine herşeyi de onlardan beklememek lazım; fakat bu noktada size de önemli görevler düşüyor sn. yönetici arkadaşlar.

Açıkçası, "merit benim, hesap benim,kan benim,damar benim sana ne!" kafasında olursak şayet, bu haksızlığın/manipülasyonun (artık adına ne derseniz) önüne geçemeyiz saygıdeğer arkadaşlar.Adil bir düzen arıyorsak işe önce kendimizden ve yakın çevremizden başlamamız gerek.


Herkese iyi ve adil bir forum diliyorum. Saygı ve sevgilerimle...


17  Local / Konu Dışı / Dış Mihraklardan Subliminal Mesaj Var! on: August 11, 2018, 04:09:29 PM





İşte bunlar hep DIŞ MİHRAKLARIN oyunu! Oyuna gelmeyelim lütfen(!)


Şaka bir yana demin yandaş medya kanallarının birinde bir tartışma programına denk geldim.Gayri ihtiyari kulak kesiliyor insan tabii haliyle.Programın konukları ciddi ciddi kelli felli adamlar,aralarında akademisyenler de var.Bir göz atayım dedim.İnanın algı bu yukarıdaki mizansen gibiydi.

İşimiz gerçekten zor arkadaşlar.Önce algıların değişmesi lazım bu ülkede.

Herkese iyi forumlar.
18  Local / Ekonomi / ABD'den Türkiye'ye 8 Şart! (Zaytung Haberi) on: August 11, 2018, 11:33:43 AM
ABD Başkanı Trump'ın Mart ayından bu yana Çin'e yönelik başlattığı ticaret savaşı, akabinde Mayıs ayında İran'a Ağustos ayı itibariyle yaptırımlara başlayacağını ilan etmesi, son dönemde Türkiye, Rusya ve Kuzey Kore'yi de 'yaptırım uygulanan ve uygulanacak ülkeler listesine eklemesi söz konusu ülkelerde ekonomik dengeleri altüst etti. ABD'nin yaptırım hamlesinin en fazla vurduğu ülkeler İran ve Türkiye oldu.

İran'ın para birimi riyal tepetaklak olurken, TL yılbaşından bu yana dolara karşı yüzde 50'den fazla değer kaybetti. İran, 'resmi kur ile serbest piyasa kuru'nu ayırarak, yola devam ederken, Türkiye dalgalı kur rejiminin etkisiyle görülmemiş bir şokla 2001 yılından bu yana karşılaştı.


Türkiye Devalüasyonda İlk Sırada

ABD Doları, Cuma günü önce uluslararası, ardından iç piyasalarda 6.80'ı, Euro ise 8.0'ı aştı. Böylece yılbaşından bu yana TL'deki kayıp dolarda yüzde 80'ı, Euro'da ise yüzde 75'ı yükseldi.

Lira 2001 krizinden bu yana ilk kez bu denli sarsıldı. Böylece TL, para biriminin değer kaybında gelişmekte olan ülkeler arasında Arjantin'i geçerek, ilk sıraya yükseldi. İç piyasalardaki düşüşte ABD Başkanı Trump'ın Cuma günü attığı tweet'teki "Türk lirası, çok güçlü dolarımız karşısında hızla düşüyor. Türkiye'den gelen çelik ve alüminyum üzerindeki gümrük vergilerinin ikiye katlanmasına onay verdim! Alüminyumda bu oran artık yüzde 20, çelikte de yüzde 50. Türkiye ile ilişkilerimiz bu dönemde iyi değil!" ifadesi etkili oldu.


Rusya-ABD Kapışması

ABD sadece Türkiye, İran ve Kuzey Kore'yi değil süper güç Rusya'yı da rahatsız etmekten geri kalmıyor. ABD’de bir grup senatör tarafından geçen hafta sunulan yaptırım tasarısıyla, Suriye ve Ukrayna’daki faaliyetleri ile 2016’daki başkanlık seçimlerine müdahale ettiği gerekçesiyle Rusya’ya yönelik yaptırımların genişletilmesi planlanıyor.

Öte yandan, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından bu hafta yapılan açıklamada, eski Rus ajanı Sergey Skripal ve kızının İngiltere’de zehirlenmesi nedeniyle Moskova’ya uygulanacak bazı yeni yaptırımların 22 Ağustos'ta yürürlüğe gireceği bildirilmişti. Açıklamada, söz konusu yeni yaptırımlar kapsamında ilk etapta Rusya’nın ihracatının ve finansman erişiminin kısıtlandığı belirtilirken, Rusya’nın gelecekte kimyasal silah kullanmayacağına dair garanti vermemesi halinde Rus hava yolu şirketi Aeroflot'un ABD'ye uçuşlarının engellenmesi, bankacılık faaliyetleri ve döviz kullanımı da dahil olmak üzere çok sayıda ek yaptırımın devreye gireceği duyurulmuştu.

Gelişmeleri değerlendiren Rusya Başbakanı Dimitriy Medvedev,  “Eğer bankacılık faaliyetlerine veya döviz hareketlerine engellemeler getirilirse bunu, ekonomik bir savaş ilanı olarak değerlendireceğiz. ABD’nin bu adımına mevcut tüm ekonomik ve siyasi adımlarla karşılık verilmelidir” dedi.


ABD'den Türkiye'ye 8 ŞART

Yaptırım konulmaması için İran'a 3 şart dayatan ABD'nin NATO müttefiki Türkiye'ye 8 şart dayatması dikkat çekiyor.

İşte Washington adeta Türkiye'nin tapusunu istediği o şartlar:

1. Papaz Brunson dahil 15 Temmuz darbe girişiminde rol alan 20 ajanın ivedi serbest bırakılması. ABD, Özellikle Brunson'ın tahliyesi için 15 Ağustos Çarşamba gününe kadar Ankara'ya süre verdi.

2. Türkiye'nin İran'a kapsamlı ambargo uygulaması.

3. Rusya'dan S400 satın alınmaması.

4. Ankara'nın Kudüs politikasını gözden geçirmesi.

5. Kıbrıs Adası etrafında doğalgaz ve petrol aramaktan vazgeçmesi.

6. Halkbank'a kesilecek cezaya razı olunması.

7. Ankara'nın Fetullah Gülen'in iadesini talep eden dosyayı kapatması.

8. Türkiye'nin sahip olduğu kritik madenlerde ruhsatların Amerikan şirketlerine verilmesi.



Kaynak: Recep BAHAR/Detay Haber
19  Local / Ekonomi / Ekonomik Krizlerde Alınması Gereken Bireysel Tedbirler #1 on: August 11, 2018, 08:36:41 AM

Devalüasyon, yerli paranın yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, değerinin düşmesi/düşürülmesi.Malum, yerli paramız yabancı paralar karşısında çok değer kaybetti ve ilerleyen zamanlarda daha da çok değer kaybedecek gibi gözüküyor.

Peki ne yapacağız? Elimiz kolumuz bağlı oturup her şeyi akışına mı bırakacağız? Yanıtınız hayır ise derlediğim belli başlı önlemler paketi alt tarafta maddeler halinde mevcut.

Öncelikle bu maddelere geçmeden önce tasarruf ve birikim ekonomisine geçmemiz gerektiğini vurgulamak isterim.Şayet bu sıkıntılı süreçte, para tutup kenara ufak ufak ne atabiliyorsa atabilen,yemeğini, çayını, kahvesini evinde yapan,masrafsız sosyalleşme yolları bulmaya çalışan,kısacası ufak tefek görünen lükslerden en azından bu zor zamanlarda feragat eden birisi bu kriz durulduğunda -ki her krizin bir sonu, her inişin bir yükselişi vardır- çok güzel fırsatlar yakalayabilir düşüncesindeyim.Şimdi aşağıda derlediğim başlıklara geçelim.



EKONOMİK KRİZLERDE ALINACAK BİREYSEL TEDBİRLER


1.Öncelikle işe a,b,c,d yani alfabeden başlayacağız.O yüzden bir excell dosyası açın,o da yoksa bir a4 kağıda bütün gelir ve giderinizi son kuruşuna kadar kaydediniz.Artık yeri geldiğinde kuruşu bile hesap edeceğimiz günlere giriyoruz.Harcamalarınızın analizini yapınız; market, eğitim, seyahatler, tatiller, aidatlar, abonelikler, vb. acil ve kaçınılmaz olanları/olmayanları belirleyiniz.

2.Harcama kalıplarınızı değiştiriniz.Acil ve vazgeçilmez olmayanları belirleyiniz; bunları ya küçültün, ya da tümüyle sıfırlayın.Harcamalarınızın daha ucuz olanlarla değiştirilmesinin yollarını arayınız.Yaşam biçiminizi buna göre belirleyiniz.

3.Evinizde tuttuğunuz ve işinize yaramayan ıvır zıvırları para ediyorsa bunları hemen satınız: Eski telefonlar, bilgisayarlar, tabletler, fotoğraf makineleri, mobilya vs.

4.Evinizde tamirat gerektiren eşyanız varsa, yenisini almak yerine, tamir ettiriniz ve kullanım ömürlerini uzatarak kullanmaya devam ediniz.Şayet hiç işinize yaramıyorsa ya satınız ya da ihtiyacı olan birine veriniz.

5.Ev demişken..Çamaşır,bulaşık ve ütü gibi işlerinizi akşam üzeri yapınız.Çünkü elektrik kullanımı sanıyorum akşam saatlerinde daha uygundur.Elektrikte demişken.. prizlerde takılı kalan fişleri işiniz bitince çıkarınız.O prizlerin orada kaldıkça elektrik harcadığını unutmayınız.

6.Yaşamsal ihtiyaçlarınızı (ilaç, uzun ömürlü yiyecek, deterjan, vs..) zam görmeden ve daha önemlisi marketlerden de kara borsaya düşmeden şimdiden satın alınız.

7.Ek gelir yaratacak uğraşlara yönelebilirsiniz.Bu tür uğraşlar muhakkak vardır.En kötü airdrop kovalayınız.Ne bileyim ücretli anketlere katılın,gizli müşteri gibi yeni mesleklere bakınız.İllaki ek gelir getiren ve size uygun bir tane bulabileceksiniz.

8.Finansal volatileteden yararlanmaya çalışmayın, al-sat yapmayınız.Bir umut diyip piyango, kazı kazan, at yarışı, iddaa gibi şans oyunlarından kesinlikle ama kesinlikle uzak durun ve asla şansınızı denemeye kalkmayın!

9.Aile, komşu, arkadaş dayanışmasına önem veriniz.Ekonomik krizler tek başına giderilecek bir mevzu değildir,unutmayınız.Maliyet kalemlerinizi bölüşerek azaltmanın yollarını arayınız.Örneğin aynı iş yerinde çalışıyorsanız ortak araç kullanımı,ortak öğle yemeği vb. imece usulü yolları arayınız.

10.Misal komşunuzla ortak internet kullanıp internet ücretinizi yarıya indirebilirsiniz.Bunun yanında tv paketini iptal edip internetten televizyon izleyerek bütçenizi rahatlatabilirsiniz.

11.Şayet kiranız yüksekse daha ergonomik,küçük ve ucuz bir eve taşınabilirsiniz.Eğer sizin için katlanılmaz değilse gerekirse ailenizle beraber yaşayın veya yaşadığınız eve bir arkadaşınızı kiracı olarak alabilirsiniz.Bunun bir süre için alınan bir tedbir olduğunu unutmayınız.Giderleriniz azalınca buna değdiğini anlayacaksınız.

12.Kendinizin veya bir yakınınızın çocuğu olabilir..Onlara  bu zor dönemi daha rahat geçirmek adına bazı tedbirler alınmasının kaçınılmaz olduğunu anlatınız ve harçlığını daha idareli kullanması için onu desteklediğinizi söyleyerek aile ekonomisine katkıda bulunması adına telkinlerde bulunabilirsiniz.

13.Malum eylülden sonra önümüz kış.Akaryakıt giderleri peyder pey bütçemizi zorlayacak.Bu durumda evimizin yalıtımınızı güçlendirmemiz önemli.Ne bileyim kapı ve pencere aralarından gelen hava akışını önlemek adına yapışkan süngerlerle takviye yapabiliriz.Kombi demişken..

Kombiden Tasarruf Etmek Adına Önemli Noktalar
-Bina dış cephe yalıtımı %40 tasarruf sağlar.
-Dış cephe yalıtım imkanı yoksa, radyatörlerin arkasına ısı yalıtım levhaları koymak önemli derecede tasarruf sağlar
-Oda termostatı kullanarak, her 1 derece farkta %6 tasarruf sağlanır
-Peteklere termostatik vana takılması tasarruf sağlar. Az kullanılan odalarda düşük ayara getirilerek
-Yerden ısıtma sistemi varsa, yoğuşmalı kombi kullanımı ciddi derecede tasarruf sağlar
-Meskenin pencere ve kapıları pvc doğrama ve çift cam yapılmalıdır. Buna imkânınız yoksa lastik fitille çevresi yalıtılabilir
-Kullanıma başlamadan önce kombi ve radyatörlerin bakımı yapılmalıdır.
-Peteklerin reglaj ayarı yapılmalıdır.
-Gece yatarken perdelerin kapatılması tasarruf sağlar.
-Radyatörlerin önünü kapayacak şekilde ev düzenlenmemelidir.
-Perdelerin, radyatörleri kapatmadığına dikkat edilmelidir.
-Sıcak havalarda kombi ayarı düşürülmesi tasarruf sağlar.
-Tasarruflu kombi kullanımı için minimum 3 radyatörün çalıştırılması, sistem için gereken devir daimi sağlayan kombi pompasının daha az enerji harcamasını sağlar.


14.Günlük ve aylık tasarruflar yapmak adına Khan Academy tarafından hazırlanan şu videolara da bakabilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=lSs6AakqMQ8
https://www.youtube.com/watch?v=4BTPJB2hYRo


15.Umut ediniz, fakat bu zor süreçte uçuk kopuk hayallere de kapılmayınız.İyimser olduğunuz kadar temkinli ve disiplinli hareket etmeniz yine bu zor süreçte elzemdir.Günübirlik gelişmelere pek bel bağlamayınız.Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi hareketsiz kalmaktan ziyade bir an önce yukarıda da belirtildiği üzere ve de aklınıza gelebilecek diğer önemli tedbirlerinizi bir an önce almaya bakınız.Bu tedbirleri almamış insanlara da yol gösteriniz,ön ayak olunuz.


Arkadaşlar vallaha benim aklıma gelenler şimdilik bunlar.Başka önerisi/fikri olan paylaşırsa sevinirim.

Herkese iyi forumlar ve güzel paylaşımlar diliyorum.Umuyorum bir an önce bu sıkıntılı günleri atlatırız.


Edit: Listeye bir kaç madde daha eklenmiştir.

20  Local / Konu Dışı / Ömer Hayyam & Yaklaşık 1000 Yıl Önce Yazdığı Bir Rubai! on: August 10, 2018, 07:58:18 AM
Yaklaşık 1000 yıl önce kaleme alınmış bir rubaidir.

Pages: [1] 2 3 4 »
Powered by MySQL Powered by PHP Powered by SMF 1.1.19 | SMF © 2006-2009, Simple Machines Valid XHTML 1.0! Valid CSS!