Yapısal ekonomik sorunların yanında özellikle son dönemlerde yaşadığımız döviz kuru artışlarına/baskılarına dair bir analiz paylaşmak istiyorum:
Yakın zamanda açıklanan büyüme rakamlarını sıkça duyuyor ve hatta açılan başlıklarda da sıkça görüyoruz.Türkiye ekonomisi yüksek bir oranda (%7.4) büyüdü.Evet görünüşte bu rakam bizleri cezbediyor.Fakat realitide Türkiye ekonomisi için yüksek büyüme oranları içinden geçtiğimiz konjonktürde iyi midir?
Öncelikle malumunuz Türkiye’nin şu anda en büyük sorunu döviz açığı sorunudur.Bu sorun da yeni değildir.Özellikle 1950 yılından sonra hemen hemen her on yılın sonunda Türkiye döviz sıkıntısı ile karşı karşıya kalmış ve çoğu zamanda rahmetli Demirel'in deyimiyle 70 cente muhtaç kalmıştır.Peki şimdi durum neyin göstergesidir?Neden 70 cente muhtaç kalıyor ve akabinde büyük,derin krizler yaşıyoruz.Durum özetle şudur: Yaklaşık 450 milyar ABD Dolar’ı dış borcumuz var.Bu bilinen bir gerçek. (Özel sektörün payı yaklaşık 350 milyardır diğeri kamu sektörünün borcu). Bu borcunda önümüzdeki yıl ödenmesi gereken tutarı (dış borç çevrim tutarı) yaklaşık 200 milyar dolara tekabül ediyor. Dolayısıyla gerek yurtiçi gerekse yurt dışı (bizi her zaman yıkmak isteyen iç ve dış güçler de dahil) kaynaklı faktörlerin tetiklediği bir bahane ile döviz kurları artma eğiliminde olması olağandır.Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının(TCMB) brüt döviz rezervi 110 milyar dolar civarında olmasına bu artma eğilimi devam ediyor,etmekte.
Bilakis 1994 krizi öncesi 1993 yılında, 2001 krizi öncesi 2000 yılında, dış ticaret ve cari açığımız rekor düzeylerde açık vermişti.Keza takip eden yıllarda finansal krizler yaşandı.Peki bu kriz yıllarında ne oldu?Örneğin, hem 1994 , hem de 2001 yılında dış ticaret açığımız ciddi oranda kapandı ve hatta cari işlemler dengemiz her iki yılda da fazla verdi.Fakat buna karşın, 1994 yılında ekonomimiz %6,3 , 2001 yılında ise %9,5 küçüldü.
Bu verilerden şu sonuca ulaşılır: Türkiye ekonomisi yüksek büyüdüğü dönemlerde ciddi dış ticaret ve cari açık sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü yüksek büyüme dönemlerinde
ithalat(dış alım) patlamaktadır. Bunun nedeni de, ithalatın %75'inin
hammadde, %15'inin yatırım/sermaye malı olmasıdır.Bir başka ifadeyle %90’lık kısmı yüksek büyüme için kullanılmaktadır. Kriz yıllarında ise, büyüme oranı düştüğü için ithalat kapasitesi ciddi azalmaktadır. Yakın tarihe göz atacak olursak:
Mesela Türkiye ekonomisi 2014, 2015, 2016 yıllarında ortalama %3-4 arasında büyümüştür. Dolayısıyla dış ticaret açığı daralmış ve cari açıkta sorun olmaktan çıkmıştır. Ancak 2017 yılında %7,4 büyümemiz ve her zamanki gibi ithalatı(dış alımı) arttırmış ve bu da cari açığı ciddi sayılabilecek ölçüde bozma eğilimine sokmuştur.Cari açık + dış borç + yurtiçi ve yurtdışı olumsuz faktörler beraberinde kur artışlarını getirmiştir.
Dolayısıyla, Türkiye ekonomisi, döviz açığı ve özellikle 2010’lı yıllarda
özel sektörün dış borcudur.Yüksek büyüdüğümüz zaman, yapısal sorunlar çözülemediği için, dış ticaret açığı da, cari açıkta (ikisinin birlikte görünmesine ikiz açık denir ki buna kamu sektörünü de dahil ederseniz üçüz açık sarmalına doğru bir anafora/hortuma doğru yol almış olursunuz.) ve hatta kurlarda artma eğilimine girecektir. Bu kaçınılmaz bir gerçektir sayın arkadaşlar.Bu da finansal krizlere zemin keza bizde geçmişti ve hatta maalesef yakın gelecekte de görüleceği üzere krizlere zemin hazırlamaktadır.Özetle TÜRKİYE’NİN bu şartlarda, YÜKSEK BÜYÜMEYE DEĞİL, İSTİKRARLI BİR SEVİYEDE/ORANDA (örneğin her yıl yüzde 4,5 veya 5 gibi) BÜYÜMESİ DAHA UYGUN ve MANTIKLI OLACAKTIR.Bir başka ifadeyle dışa bağımlı/hormonlu büyüme yerine ihracata dayalı büyüme modelleri baz alınmalı.Vücut geliştirip 50cm kol yapacam diye gidip anabolik streoid alıp 1-2 ay söneceğine kendi köyünün tavuğunun etini,yumurtasını ye 35cm kol yap 2 günde de sönüp ele güne rezil olmama durumu aslında.
Evet,peki çözüm nedir,ne olmalıdır?Kısaca yüksek büyüme dönemlerinde döviz açığımızı artırmayacak yapısal bir ekonomi politikası uygulanmasıdır. Onun da olmazsa olması katma değeri yüksek,sermaye yoğun ürün üretip satmak yani ihracattır(dış satım). Hem döviz açığımız artmaz, hem de ihracat büyümeye ciddi katkı sağlar. (Güney Kore gibi)
Güney Kore demişken.Bilakis son günlerde seçim mitinglerin,televizyon reklamlarında Güney Kore örneği veriliyor.İşin evveliyatına baktığımızda Türkiye ekonomisi aynen Güney Kore gibi 1980 yılından sonra “ihracata dayalı büyüme modelini” benimsemişti.Fakat Güney Kore bunu başardı.Örneğin Güney Kore ile Türkiye’nin kişi başına düşen geliri 1980 yılında hemen hemen aynı iken, şimdi bizim kişi başına düşen gelir 9000 $ , Güney Kore’nin ise 30.000 bin dolar civarındadır. Çünkü Güney Kore, ihracata dayalı büyümeyi becerip global düzeyde markalar yaratmıştır.Biz ise maalesef enerji bakımından dışa bağımlı ekonomimiz içerisindeki emek yoğun montaj/fason sanayimizle cebelleşip durmaktayız ve Güney Kore gibi küresel markalarımız henüz tam anlamıyla oluşmadı.Özellikle son zamanlarda siyasetçilerin Güney Kore örneğini göstermesi biraz bu realiteye abes-e iştigaldir.Önceki hükümetler de dahil bir vatandaş olarak şunu sorarım mesela ben: 1980'den sonra ne oldu da Güney Kore'deki vatandaş benden 3 kat daha zengin hale geldi ve ben niye gelemedim?
Maalesef bizler hala Merkez Bankası faizleri ne kadar artırır ise, döviz kurları düşer zannediyoruz.Sanki TCBM ekonominin bütün yükünü çekmek durumundaymış gibi.(Bu arada Türkiye Cumhuriyeti değil TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI'dır.Genelde görsel ve yazılı basında "Cumhuriyeti" şeklinde yanlış yazılmaktadır.Neyse devam edelim kaldığımız yerden.)
Kur zaten artacağı kadar artmış.Bundan sonra düşse nereye kadar düşecek?Size basit bir soru: ekonomide yapısal değişiklikler olmadığı sürece 2019'un ilk çeyreğinde 1$=5tl mi olur yoksa 6-7tl mi olur?En başta bu yapısal (en önemlisi ihracat) sorunu çözmedikten sonra, Merkez Bankası’nın geç kalınmış faizleri artırma çabası hiç bir işe yaramayacaktır.Eviniz yanıyor siz de yangını bahçe hortumuyla sulayarak söndürmeye çalışıyorsunuz.Buna ek olarak ABD'den yeni bir faiz artışı daha geldi.Yatırımları dışlıyor diyerek faiz arttırmayalım mı diyecekseniz kendi merkez bankanıza?Yoksa yapısal çözümler getirerek bu döviz baskısını kontrol altına mı almaya çalışacaksınız?Elle tutulur bir politika üretmeniz,sunmanız lazım.
"Allah büyüktür,onların doları varsa bizim de Allah'ımız var, aynı Gemideyiz, bu günler de geçer!" vb. iç politika malzemesi yapılan söylemlerle meseleyi geçiştirip nabza göre şerbet vermek, uzun vadede kesinlikle bir çözüm getirmeyecektir.
Türk Lirasının diğer yabancı paralar karşısındaki değer kaybı,2012-2018Son sözümü sayın
Özgür Demirtaş hocamdan alıntı yaparak bitirmek istiyorum:
"Cebinde 100 lira paran var.
Üstüne 500 lira borç aldın.
Şov amaçlı,
Uzun vadede yüksek kar getirmeyecek yatırıma yatırdın.Mesela betona.
600 liralık adamım diye övünüyorsun.
Halbuki sen artık 100 liralıkta değilsin
Borç aldığın para senin değildi,
Borcun faizi de 99 lira olsun.
Sen artık 1 liralıksın"