Bu zamana kadar 15 kriz yaşadık.Malumunuz bu 16. kriz olacak.Peki bu krizlerle nasıl mücadele edilir ve bu krizlerden nasıl çıkılır diye sorduğumuzda bir çok cevapla karşılayabiliyoruz.Ben de naçizane cevap vermeye çalışacağım.
Öncelikle bu işe krizde olduğumuzu kabul etmekle başlayacağız.A haber vb. yandaş medya mantığıyla olaylara bakarsak yol alamayız.
Şimdi bizim içinde bulunduğumuz durum -sıklıkla verilen örnek olduğu için diyorum- orman yangınıysa ki bunu bir anda söndüremeyeceğimiz kesin.Peki bu yangını söndürmeyi nasıl başaracağız?Ne gibi önlemler almamız,adımlar atmamız gerek?
Öz itibariyle Atamızın da zamanında vurguladığı gibi muasır medeniyetler ve hatta daha da ötesine gidebilmek gayesiyle bunu azimle,çabayla,inanarak başaracağız tabiikide. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde olduğu gibi..1929 Büyük Buhranı yaşanmıştı bütün dünyada ve Cumhuriyeti kurup yücelten bu insanlar(atalarımız) küresel çapta yaşanan o krizi yine o zor şartlara rağmen aşmayı başarmışlardı.Biz de başarabiliriz,başarmalıyız.
Kaldı ki bizim paramız küresel çapta yaşanan bir krizin etkisiyle pul olmadı.Tamamen kendi yanlış ekonomi politikalarımız yüzünden pul oldu.Açıkçası şu saatten sonrada birilerini suçlamanın da bir manası ve de faydası yok.Önümüze bakmamız lazım.O yüzden yavaş bile olsa adım adım ilerleyeceğiz bu yolda.Kör biri bile olsanız elinizdeki değnekle basamakları "tık tık" kontrol ederek o uzuun merdiveni eninde sonunda yine çıkarsanız.Keza bu işe kör bile olsak -ki çok şükür değiliz- bu noktadan,en baştan başlayacağız.
Şimdi öncelikle Kamu Sektöründe yani makro ve finansal dengeyi,istikrarı yeniden inşa etmek adına önce merkezi kurumlardan başlamamız lazım.Bir başka ifadeyle bizi idare eden,ekonomimize yön veren yani "aynı gemideyiz" diyen kaptan ve tayfası bu noktada başat rol/sorumluluk alacaklar,almaları da gerek.
Öyle Merkez Bankası şakkadanak 10 milyar dolar, sonra şakkadanak bir 10 milyar dolar daha piyasaya sürerek bu yangını söndürsün kafasından bir kere kurtulmamız lazım.Bu hususta Merkez Bankası'nın bağımsızlığına gölge düşürecek ve bilakis hükümet kanadından kuşkular yaratacak adımlar atılmamalı.Demem o ki Cumhurbaşkanı veya bir bakan çıkıp Merkez Bankası "faizi indirsin,yatırımlar dışlanıyor yauv!" vb. açıklamalarda bulunmamalı.
Sonra, kurallı bir maliye politikasına geçerek kamu harcamalarına hareketli bir üst limit getirmemiz lazım.Bunun yanında "Vergi Affı" hususunda adaletli olacaksınız.Tutup kendi adamını af kapsamına almayacaksın.Özellikle de devlet teşkilatının içerisindeki belli kurumlar bütçesini aştığı vakit, onlara bol keseden ek bütçe/bütçeler ayırmayacak ve gerekirse ayağını yorganına göre uzat diyeceksin.
Mesela faizleri indir diye bas bas bağırdığın Merkez Bankası yerine, 7.7 milyarlık ödenek ayrılan, altı ay sonunda 8.3 milyar olarak bütçe güncellenmesi yapılan ve de bu ayrılan bütçenin %95'inin personel harcamalarına gittiği beyan edilen -ki böyle bir oran nasıl çıkıyor anlamış değilim- bir kuruma biraz daha tasarruflu davranması noktasında telakkide bulunacak, hatta baktın olmadı bütçesini sabitleyeceksin. Sonuçta aynı gemideysek herkes,her kurum elini taşın altına koyacak.Evet, bahsi geçen bu kurum Başbakanlığa bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı'dır.
Yatırım ortamını iyileştirmek için OHAL’in kaldırılması son derece olumluydu,evet.Fakat Anayasa'yı Ohal koşulları doğrultusunda değiştirme çabaları aynı derecede olumsuzdur.Tam tersine yatırımcıları tedirgin eden olağan dışılık halinin ortadan kalkması, Türkiye’nin her an her şeyin olabileceği bir ülke statüsünden uzaklaşması herkesin işine gelecektir tabi.Ancak yargı sisteminin işleyişi ile ilgili olarak kendi kendimize yarattığımız kuşkular, artık yatırım ortamı engeli niteliğindedir.Açıkça söylemek icap ederse, yargı konuları üzerinden dış politika pazarlığı yapıyormuşuz izleniminin verilmesi yargı bağımsızlığımıza gölge düşürmektedir.Brunson-Fetö pazarlığı, al papazı ver papazı muhabbetinde olduğu gibi.Bu söylemlerden/eylemlerden uzaklaşmamız lazım.Kaldı ki hukukun üstün olduğu medeni ülkelerde yargı erki hiçbir zaman pazarlık malzemesi yapılmaz.Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, merkez ile yerelin ortak paydada uyumla buluştuğu kamu idaresi reformu üzerinde dikkatle durulması lazım.Bu noktada yeni dönem/yeni hükümet sistemi aslında bir fırsat olarak değerlendirilebilir.Merkez ve yerel arasındaki yetki paylaşımı meselesi yeniden ele alınarak bir denge/uyum üzerinde anlaşmaya varılmalıdır.Dünyadaki müreffeh toplumlara baktığımızda -bilakis Kuzey Batı ve Orta Avrupa Ülkeleri- her zaman demokratik yerinden yönetim modellerini kendi özlerinde içselleştirdikleri için bu hususta pek kavga,gürültü çıkmadığı görülür.Çünkü bu yolla bireye inmeyi,onu dinleyip hakkını savunmayı büyük bir ölçüde başarmışlardır.
Türkiye’nin, orta vadeli büyüme kapasitesini artıracak güçlü bir yapısal uyum programına ihtiyacı var. Başlangıçta mutlaka eğitim sistemini Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurumu’ndan kurtaracak bir büyük reform gerekir.Şahsen ben bu noktada MEB Bakanından umutluyum.Umuyorum, umudumuz boşa gitmez.Bu noktada ülkemiz, büyüme ile istihdam arasında dijitalleşme ile zayıflayan bağını kotarmak için eğitim reformuna yönelmek ve beşeri sermayenin(insanının,gencinin,yaşlısının) yeni teknolojik devrime intibak kabiliyetini artırmak zorundadır.
Örnek: Blockchaini,kripto paraları anlayacak,anlatacak insanlara ihtiyaç vardır.Bunun yanında Fen ve Askeri liseler açılmalı ve gençlerin bu bölümlere yönelmesini sağlayacak teşvik edici önlemler alınmalıdır.Ayrıca hizmetler sektörü ile tarımı serbestleştirmenin de tam zamanıdır diye düşünüyorum.
Diğer meselemiz işsizlik...Yoğun Genç nüfusu olan ülkemizin ana meselesi, genç işsizliği ortadan kaldırmak olmalıdır. Özellikle genç kadınlarda artan işsizlik konusu üzerine, özel olarak eğilmek gerekmektedir.Bir toplum düşünün ki genç işsizlik oranı almış yürümüş,kadınlara baskı ve zulüm artmış, yine o toplumun ahlak anlayışı kadının cinselliği üzerine inşa edilmiş ve o toplum ilerlemiş(!) Mümkün mü böyle bir şey!?Tabii ki değil..
Bir başka konu ise ülkemizin yurt dışında anlatabileceği kapsayıcı ve pozitif bir hikayesinin maalesef olmaması.Kendi derdimizi bu noktada yabancılara anlatmakta hangimiz güçlük çekmiyoruz ki?Bilakis haklı olduğumuz konularda; Ermeni meselesi olsun Kıbrıs meselesi olsun ne bileyim 15 Temmuz Darbe Girişimi olsun...
Bu konularda derdimizi dış mecraya anlatmakta her zaman sıkıntı yaşadık.Kaldı ki bugün kendimizi uluslararası arenada/dışarıda savunmaya çalıştığımızda, tekil olaylar üzerinden sürekli savunma pozisyonunda kalmak zorunda kalıyoruz.Sürekli savunma pozisyonunda olan biri kendi derdini ve ülkesinin tanıtımını doğru düzgün anlatsa bile tam anlamıyla başarılı olmaz,olamaz.Bizim negatif örnekler üzerinden değil pozitif odak noktaları üzerinden kurulacak bir kompozisyona ihtiyacımız var.Ülkemizin hem küresel hem de bölgesel rolü hem de içeride işleyen demokrasisi, kurulacak anlatımın son derece önemli parçaları olmak durumundadır.
Tamam karşınıza -geçmiş veya günümüz itibariyle- belki olumsuz örneklerle gelebilirler.Fakat inanın bir o kadar da olumlu örneklerle de karşılık verebilirsiniz.Onlara Cumhuriyet dönemimin devrimlerini anlatsanız bile bu sefer karşı tarafın da savunmaya geçtiğini göreceksiniz..İşte bu noktada bizlere de önemli görevler düşüyor.Kaldı ki bir ülkenin tanıtımını,haklı olduğu noktaları dünyadaki kamuoyuyla paylaşma,onlara anlatma yollarını yabancı lobi şirketleri tasarlayamaz.Tasarlasa bile başarılı olamaz.Bunların yerli ve milli olması şarttır.
Sonuç olarak niyet varsa, çözüm yolu da vardır.Bu ekonomik krizi -en azından başlangıcını- bu gün yaşamasak bile zaten yakın bir gelecekte yaşayacaktık.Türkiye Cumhuriyeti bu güne kadar 15 kriz atlatmıştır.Bunu da illaki atlatacağız.Fakat sıkıntı algıların değişmemesi.Değişim/ilerleme bekliyorsak önce alıcılarımızı doğru frekansa yönlendirmek zorundayız.Kabadayılıkla,restleşmeyle,popülist söylemlerle meseleler çözülmez.Uzlaşmayla,akılla,bilimle,mantıkla çözülür.
Kaldı ki karşı tarafta (ABD) çok iyi yönetiliyor diyemeyiz.Onların başında da bir hödük var ve maalesef dünyadaki yönetim kadroları bu noktada gittikçe radikalleşmekte.Eskisi gibi üst düzey eğitimli ve de lisan,usül,devlet adabı bilen yöneticiler de pek kalmadı.Zaten insanlar da pek seçmiyor böylelerini.Aile şirketi yönetir gibi ülke yönetmeye çalışan, popülist söylemleri olan kişiler iş başına geliyor.Sorun sadece bizde de değil,dünyada da ciddi sıkıntılar var.
Şimdi tablo hem içeride hem de dışarıda böyle diye karamsar olmayacağız elbette.Kararlı,emin adımlarla yolumuza bakacağız.Vatan, siyasetin üstündedir arkadaşlar ve bu zor günlerde devlete,ülkeye kısaca milli çıkarlara güle oynaya muhalefet olunmaz.
Söyleyeceklerim bunlardan ibarettir arkadaşlar.Farklı görüş ve tavsiyesi olanlar varsa pek tabii paylaşabilir.
Herkese iyi forumlar.